Tuzlucanın Forum Sitesi Tuzlucanın Forum Sitesi |
|
| Tanzimattan Günümüze kadın şairler | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
msarcan Aktif Üye
Mesaj Sayısı : 69 Kayıt tarihi : 19/03/09
| Konu: Tanzimattan Günümüze kadın şairler Perş. Mart 19, 2009 3:52 pm | |
| Tanzimattan Günümüze kadın şairler... DOÇ. DR. NAZAN BEKİROĞLU'nun araştırması: Osmanlı Kadın Şairleri
Osmanlıda kadın şairler kadar, kadın şairler üzerine yapılmış araştırmaları da gözden geçirmek isteyen bir araştırmacı hayal kırıklığına uğramayı peşinen göze almak zorundadır. Sözünü ettiğim hayal kırıklığı kadın şair sayısının azlığı gibi bunlar üzerine yapılan araştırmaların sayısının da azlığından kaynaklanmaktadır. Geleneksel dönemde edebiyat tarih ve tenkidinin yerini tutan tezkirelerle sınırlı kalan edebî araştırmalarda adı geçen kadın şair sayısı iki elin parmaklarından çok az fazladır. Tezkirelerin sınırlı ifade kalıplarına sıkışmış olarak birbirine benzer cümlelerle tanıtılan, bir çoğunun eserleri dahi elimize ulaşmış olmayan bu şairler hakkında doyurucu araştırmaların yapılmış olmasını zaten bekleyemeyiz. Tanzimat sonrasında sayılarında artış görülen kadın şairler üzerinde ise münferit ve ciddi birkaç çalışmanın varlığına rağmen; kadın şairlerimizi başlangıçtan itibaren ele alarak ortaya gerçek bir panorama çıkaracak sistemli bir çalışmanın henüz yapılmadığı aşikârdır.
Zeynep Hatun Mihrî Hatun Ani Hatun Fıtnat Hanım Leylâ Hanım Şeref Hanım Ãdile Sultan Tevhîde Hanım Feride Hanım Hatice Nakiye Hanım Sırrî Hanım Münire Hanım Fıtnat Hanım (Trabzonlu) Habibe Hanım Hasibe Maide Hanım Hatice İffet Hanım Leylâ Hanım (Saz) Nigâr Hanım Makbule Leman İhsan Raif Şükûfe Nihal Halide Nusret Zorlutuna
-------------------------------------------------------------------------------- | |
| | | msarcan Aktif Üye
Mesaj Sayısı : 69 Kayıt tarihi : 19/03/09
| Konu: Geri: Tanzimattan Günümüze kadın şairler Perş. Mart 19, 2009 3:53 pm | |
| I-TASVİR VE TARİHÇE
Osmanlıda kadın şairler kadar, kadın şairler üzerine yapılmış araştırmaları da gözden geçirmek isteyen bir araştırmacı hayal kırıklığına uğramayı peşinen göze almak zorundadır. Sözünü ettiğim hayal kırıklığı kadın şair sayısının azlığı gibi bunlar üzerine yapılan araştırmaların sayısının da azlığından kaynaklanmaktadır. Geleneksel dönemde edebiyat tarih ve tenkidinin yerini tutan tezkirelerle sınırlı kalan edebî araştırmalarda adı geçen kadın şair sayısı iki elin parmaklarından çok az fazladır. Tezkirelerin sınırlı ifade kalıplarına sıkışmış olarak birbirine benzer cümlelerle tanıtılan, bir çoğunun eserleri dahi elimize ulaşmış olmayan bu şairler hakkında doyurucu araştırmaların yapılmış olmasını zaten bekleyemeyiz. Tanzimat sonrasında sayılarında artış görülen kadın şairler üzerinde ise münferit ve ciddi birkaç çalışmanın varlığına rağmen; kadın şairlerimizi başlangıçtan itibaren ele alarak ortaya gerçek bir panorama çıkaracak sistemli bir çalışmanın henüz yapılmadığı aşikârdır. Osmanlı kadın şairlerini gözden geçirmemize yarayacak zaman çizgisi, Tanzimat zihniyeti ile ikiye bölünmek zorundadır. Ancak Tanzimatın eksen aldığı zihinsel düzlem üzerinde yenileşen ve Batı etkisine giren edebiyatın başlangıcından, yani Tercüman-ı Ahval’in neşir tarihi olan 1860’dan sonra da geleneksel çizgide şiir yazmaya devam eden, bir başka deyişle tipik Divan şairi gibi davranan kadın şairlerden söz edilebilir. Bu bakımdan kadın şairlerle ilgili söz konusu bölümlenme yatay bir bölümlenme olmaktan ziyade düşey bir bölümlenme olmak zorundadır. Divan edebiyatı ve bunun Tanzimat yılları içindeki uzantısı, yani XV. ve XIX. yüzyıllar arası, kadın şair kronolojisinin ilk bölümünü teşkil eder. Zaman bakımından uzun fakat kadın şair sayısı bakımından az bir niceliğe sahip olan bu dönemi Geleneksel dönem olarak adlandıralım. Tanzimat hamlesinin getirileri ile biçimlenen ve Cumhuriyete (1923) veya daha doğrusu harf inkılâbına (1928) kadar süren bölümü ise Yenileşme dönemi olarak adlandıralım. Kendi içinde Tanzimat yılları ve Meşrutiyet sonrası olarak ikiye ayırabileceğimiz bu dönem ise zaman itibarıyle daha dar olmasına rağmen kadın şair sayısı bakımından yoğundur. Bir başka deyişle Geleneksel dönem ile Yenileşme döneminin kadın şairlere yüklediği yoğunluk, süre ve sayı arasındaki ters bir orantıyı işaret etmektedir. Tasvir ve tarihçe cihetinde ortaya çıkan bu ters orantının yorumu üzerinde bu yazının son bölümünde durulacaktır. Önce Osmanlıda yetişmiş kadın şairleri kısaca gözden geçirelim: | |
| | | msarcan Aktif Üye
Mesaj Sayısı : 69 Kayıt tarihi : 19/03/09
| Konu: Geri: Tanzimattan Günümüze kadın şairler Perş. Mart 19, 2009 3:54 pm | |
| A-GELENEKSEL DÖNEM
Anadolu sahasındaki ilk şuara tezkiresi sayılan Sehi Bey Tezkiresi’nden başlayarak tüm tezkirelerde Divan edebiyatının bir mensubu olarak yer tutan kadın şair sayısındaki ürkütücü tenhalık Osmanlı edebiyatından kadınlara düşen pay hakkında fikir vericidir. Ve topluca gözden geçirildiğinde geleneksel dönemde yetişen kadın şairler arasında bazı ortak hususiyetler dikkat çeker:
Çoğu İstanbul, Trabzon (Fıtnat, Saniye, Mahşah) ve Amasya (Zeynep, Mihrî, Hubbî) gibi bölgelerde yetişmiştir. İstanbul’un kültür başkenti, Amasya ve Trabzon’un da birer şehzâde sancağı ve buna bağlı olarak kendine özgü birer kültür iklimi olduğu düşünülürse, kadın şairlerin yetişmesi için bu coğrafyaların mümbit bir zemin teşkil ettiği fark edilir.
Bu kadın şairlerin hemen tümü baba ya da eş vasıtasıyla, genellikle de her iki taraftan, sosyal statüsü ve refah düzeyi yüksek ailelere mensupturlar. Vali, kadı, kazasker, şeyhülislâm veya paşa kızıdırlar. Bir başka deyişle hepsi “Babasının kızı”dırlar. Zeynep bir kadı’nın kızıdır, Mihrî bir şairin. Sıtkî ve Leylâ kazasker, Fıtnat şeyhülislâm, Münire sadrazam kızı olarak gelirler dünyaya. Trabzonlu Fıtnat’ın babası vali, Leylâ Saz’ın babası hekimbaşıdır. (Esasen Yenileşme döneminde de durum değişmeyecektir. Nigâr Hanım, Fatma Aliye ve Emine Semiye birer paşa kızıdırlar, Makbule Leman’ın babası V. Murad’ın kahvecibaşıdır).
Çoğu ilmiye sınıfına mensup babaların kızı olarak müreffeh bir aile yapısı içinde dünyaya gelen, konak veya yalılarda Osmanlı teşrifatının kendine özgü büyüsünü teneffüs ederek büyüyen bu kızlar, kız çocuklarının eğitimi hususunda toplumun genel anlamda “yeterli” bulduğu tahsil tanımı ile yetinmeyen babalarının teşviki ve programı doğrultusunda, Osmanlı eğitiminin önemli bir kısmını teşkil eden “konak eğitimi” ile evde ve özel hocalar elinde yetişmişlerdir. Bazılarının bizatihi ilk hocaları babalarıdır. Daha az sayıda olmak üzere ağabey ve eş ikliminden bilgi devşirdikleri de görülür. Bu eğitim genellikle dinî bilgiler ile Arapça ve Farsça çevresinde genişletilen edebî bir program takip eder. (Yenileşme etkisine giren ailelerin kızlarına tedris ettirdikleri programda ise Fransızca baş köşeye oturacaktır).
Geleneksel dönemde kadın şairlerin bir kısmının ehl-i tarik olduğu dikkat çeker. Bir kısmı Mevlevî (Leylâ), Kadirî (Sırrî) veya Nakşî (Ãdile Sultan)’dirler. Aynı anda birden fazla tarike intisabı bulunanlarla da karşılaşılır (Şeref, Mahşah). Bu intisab onlara şiir söylemek hususunda daha bereketli ve özgür bir ortam sağlamıştır.
Sosyal yapılanma itibarıyle devrinin üzerinde yer alan ailelerin ikliminde yetişen bu kadınlar, çocukluk ve gençlik yıllarından itibaren aile çevresinde gerçekleşen şiir-edebiyat sohbetlerine, meclislere, sanat çevrelerine katılma imkânı bulmuşlar, böylece kültürel anlamda hemcinslerinin önüne geçebilmişlerdir.
Evlilik hayatlarında çoğunun mutlu olamadığı dikkat çeker. Kimi hiç evlenmemiş (Mihrî, Nakıye), kimi boşanmış ve tekrar evlenmiş ya da evlenmemiş (Leylâ, Trabzonlu Fıtnat), kimi de kendilerini mutlu etmeyen bir evliliği sürdürmüşlerdir (Fıtnat). Şiir onlar için bir bakıma mutsuzluklarının hem sebebi, hem neticesi olan bir hitap alanı oluşturmuştur.
Bir kısmı güzel sanatların birkaç dalına aynı anda ilgi göstermiş, şairliğin yanı sıra musıkişinas ya da bestekâr (Leylâ, Zeynep, Mahşah) ve hattat (Ani, Feride, Trabzonlu Fıtnat) olarak da isim yapmıştır.
Ancak söyledikleri şiir, kısmen Mihrî hariç tutulursa, bir kadın kalbinde mevcut bulunabilecek duyguların ifadesi olmaktan ziyade dönem edebiyatının klişeleşmiş mazmunlarıyla terennüm edilen bir erkek kalbinin yansımalarını verir. Rağbet ettikleri şiir türünün daha ziyade gazeller, en çok da nazireler olduğu düşünülürse, Geleneksel dönemde kadın şairlerin, erkek duyarlığı etrafında klişeleşen bir edebiyatın ağırlığı altında varlık gösteremedikleri fark edilir.
Zeynep Hatun: Fatih dönemini Mihrî Hatunla birlikte temsil eden Zeynep Hatun, adı bilinen ilk Türk kadın şairi olup, kaynaklarda Amasyalı ya da Kastamonulu olduğu ifade edilmektedir. Divan edebiyatının şekillenme döneminde Fatih çevresinde hissedilen verimli sanat iklimi, sanata ve sanatçıya hasredilen teşvik bu iki kadın şairin varlık göstermesinde de etkili olmuş olmalıdır. Asıl adı Zeynünnisa olan Zeynep Hatun bir kadı kızıdır. Bir kadı olan ve şiir çalışmalarını anlayışla karşılayan İshak Efendi ile evlenmiştir. Kültürlü bir muhitte yetişmiş, Arapça, ve şiirler söyleyecek olgunlukta Farsça öğrenmiş, Mihrî Hatun ile tanışıklık kurmuştur, Şiirin yanı sıra beste yapabilecek ölçüde musıki çalışmaları da olan Zeynep Hatun 1563’de Amasya’da ölmüştür. Fatih adına tertip edilmiş bir Divan sahibi olup, eldeki şiirlerine bakılırsa açık ve sade bir söyleyişin sahibidir. Bir kıt’asının,
Senin hüsnün benim aşkım senin cevrin benim sabrım Cihanda dem-be-dem artar tükenmez bî-nihâyettir,
beyti ünlüdür.
Mihrî Hatun: Fatih dönemi şairlerinden olan Mihrî Hatun, Zeynep Hatunla birlikte adı bilinen ilk Türk kadın şairlerindendir. Amasyalıdır. Asıl adı Mihrünnisa ya da Fahrünnisa olup, 1460 ya da 1461 yılında doğmuştur. Mihrî mahlasını kendisi de bir şair olan babası Mehmet Çelebi bin Yahya (Belâyî)’dan almıştır. Dillere destan bir güzelliğin, hayranlık uyandırıcı bir kültür ve birikimin sahibi olmasına rağmen kendisine yöneltilen bütün evlilik tekliflerini geri çevirerek ömrü boyunca bekâr kalmıştır. Dönemine göre serbest bir yaşantının sahibi olan Mihrî, tarihçi Hammer tarafından “Osmanlılar’ın Sapho’su” olarak isimlendirilmiştir. Çevresinde platonik aşklarına dair fısıltılar daima mevcut bulunan Mihrî’nin, Müyyedzâde Abdurrahman Çelebi ve Sinan Paşazâde İskender Çelebi’ye duyduğu aşka dair ipuçlarına şiirlerinde de rastlamak mümkündür. Evinde düzenlediği edebî meclisler gibi, samimi kadın duygularını çekinmeksizin şiirinde terennüm etmiş olması cihetiyle de, kendisinden sonra yetişenler arasında en çok XIX. asır şairi Nigâr binti Osman’a benzetilebilir. Ona erken bir Nigâr Hanım olarak bakmak mümkündür. Kolay söyleniyormuş izlenimi veren sade bir şiiri vardır ve bunlar arasında en başarılı bulunanları nazireleridir. Dönem şairlerinden Necati’nin etkisinde kalan Mihrî’nin, şiirlerini Necati’ye gönderdiği ve onun şiirlerine nazireler yazdığı bilinmektedir. Necati’nin ünlü Döne Döne redifli gazeline nazire olarak yazdığı ve;
Ãteş-i gamda kebâb oldu ciğer döne döne Göklere çıktı duhânımla şerer döne döne
matlalı gazeli bunlardan biridir. 1506 yılında Amasya’da ölen Mihrî Hatun’dan geriye eser olarak Divan’ı kalmıştır.
Hubbî Hatun: Hubbî Hatun bir XVI. asır şairi olup Divan şiirinin zirvesini teşkil eden Kanuni dönemini kadın şair olarak temsil etmektedir. (Aynı asırda, Baki’nin hanımı Tutî Kadın’ın da şiir yazdığı söylenmektedir). Asıl adı Ayşe olan Hubbî Hatun da Mihrî ve Zeynep gibi Amasyalıdır. Kanuni’nin süt kardeşi Şemsi Çelebi’nin Hanımıdır. Bu yakınlık Hubbî Ayşe’nin saraya intisabına zemin hazırlamış, önceleri II. Selim’in, sonra da III. Murad’ın nedimesi olarak saray muhitinde şiiri için gerekli kültür atmosferini bulmuş, zamanın hocalarından dersler almış ve Arapça’yı çok iyi öğrenmiştir. Şuara tezkirelerinde kendisinden evvelki kadın şairlerden daha kuvvetli olduğu ifade edilirse de, kadın duygularını terennümü ve lirizmi bakımından Mihrî’nin önüne geçemediği fark edilir. Erkeksi bir duyuşu vardır. Gazel ve kasideler yazan, Hurşid ve Cemşid adlı üç bin beyti aşkın bir mesnevisi olan Hubbî Hatun 1590 yılında İstanbul’da ölmüştür.
Sıtkî Hatun: XVII. asrın ikinci yarısında yaşayan Sıtkî Hanımın asıl adı Ümmetullah olup, bir kazasker kızıdır. Kardeşi Faize Hanım da şairdir ancak Sıtkî kadar tanınmış değildir. Bayramiye tarikatıne mensup olan Sıtkî Hanım gazel ve ilâhiler yazmıştır. Divan’ı ile Genc-i Envâr ve Mecmuaü’l Hayal adlı basılmamış tasavvufî şiir mecmuaları bulunmaktadır. 1703 yılında ölmüştür.
Ani Hatun: Ani Fatma kültürlü bir ailenin kızı olarak İstanbul’da doğmuştur. Akıllı, bilgili ve eğitimli bir kadın olup, “Hace-i Zenan (Kadınların Hocası)” lâkabıyla anılmıştır. Arapça bilen, doğu ve Batı edebiyatlarını öğrenmiş bulunan Ani Hatun’un bir Divan teşkil ettiği söylenmekteyse de bu eser ele geçmiş değildir. Ani Hatun bir hattat olarak da ün yapmıştır. Hattatlığının şairliğinden üstün olduğu bazı tezkirelerde ifade edilmektedir. 1710 yılında ölmüştür.
Fıtnat Hanım: Asıl adı Zübeyde olan Fıtnat Hanım bir şeyhülislâm kızı olup adı bize kadar gelen kadın şairler arasında en dikkat çekicilerden birisidir. Aydın ve şairi bol bir çevrede yetişmiş, edebî muhitlere girip çıkmıştır. Şiirleri kadar nükteleri ve kendisi ile Koca Ragıp Paşa ve şair Haşmet çevresinde teşekkül eden latifelerle de tanınmıştır. Ancak bunların bir kısmı kaba olup, orijinal yazılı kaynaklarda mevcut bulunmadığına bakılırsa uydurmadır. Fıtnat Hanım kendisini anlamayan, ruhuna denk düşmeyen, şiirle uğraşmasına bir anlam veremeyen bir zât olan Derviş Mehmet Efendi ile yaptığı evlilikte hiç mutlu olamamıştır. Bir Divan teşkil etmişse de şiirlerinde kadın kalbinin samimiyetini bulmak zordur. 1780 yılında ölmüştür.
Güller kızarır şerm ile ol gonce gülünce,
mısraı ile başlayan şarkısı çok ünlüdür. | |
| | | msarcan Aktif Üye
Mesaj Sayısı : 69 Kayıt tarihi : 19/03/09
| Konu: Geri: Tanzimattan Günümüze kadın şairler Perş. Mart 19, 2009 3:54 pm | |
| Leylâ Hanım: Bir kazasker kızı olan Leylâ Hanım, Keçecizâde İzzet Molla’nın yeğenidir. Çocuk denecek yaşta evlendiyse de bir hafta üzerine, daha ilk geceden kabalıklarına tanık olduğu eşinden ayrılmıştır. Saray kadınlarıyla yakın ilişkisi olduğu bilinen, iyi eğitimli ve çok kültürlü bir şairdir. Hazır cevaplığı ve nüktedanlığı ile de tanınmıştır. Leylâ Hanım, Mevlevî tarikatine mensup olup Mihrî Hatun kadar olmasa da kadın duygularını biraz olsun terennüm etmesiyle ve zamanına göre bir kadın için serbest sayılabilecek söyleyişleriyle dikkat çeker. Edebî bir çevrede yaşamış ve yazmaktan hiç uzak kalmamış olan Leylâ Hanımın şiir dili açık ve sadedir. Bir Divan’ı vardır. 1847 yılında ölmüştür.
Pür âteşim açdırma sakın ağzımı zinhâr
mısraıyla başlayan
Zâlim beni söyletme derûnumda neler var
nakaratlı şarkısı çok ünlüdür.
Şeref Hanım: Şeref Hanım şairi bol ve kültürlü bir ailenin kızı olarak 1809 yılında İstanbul’da doğmuştur. Kadirî ve Mevlevî tarikatlerine mensubiyeti bilinmekte olup, sıkıntılı bir ömür geçirdiği II. Mahmud’a ve Valide Sultan’a yazdığı şiirlerden anlaşılmaktadır. Geleneksel kalıplar içinde kalan şiirlerinde sade ve düzgün bir anlatım vardır. Divan sahibidir. 1861 yılında ölmüştür.
Sırrî Hanım: Asıl adı Rahile olup Diyarbakırlıdır. 1814 yılında kültürlü bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmiştir. Divan kültürüyle yetişmiş, bir müddet Bağdad’da yaşadıktan sonra İstanbul’a gelmiş, Kâmil Paşa konağının şiir-edebiyat sohbetlerine katılmış daha sonra Kâmil paşa ile evlenmiştir. Kızının ölümü üzerine yazdığı içli bir Mersiye ile tanınan Sırrî Hanımın bir divan oluşturacak kadar şiiri vardır. Kadirî olan Sırrî Hanım 1877’de ölmüştür.
Ãdile Sultan: Dönemi, kadın şairler bakımından diğer dönemlere nazaran daha zengin bir görüntü veren II. Mahmud’un kızı olan Ãdile Sultan, 1825 yılında doğmuştur. Çağdaşı olan Leylâ ve Fıtnat Hanımlardan daha az başarılı bir şairdir. Saray çevresinde iyi bir eğitim almış olmasına rağmen, dil, vezin ve kafiye bakımından çözük bir dili vardır. Aruzun yanı sıra hece ölçüsüyle de şiirler yazmıştır. Fuzulî, Şeyh Galib ve Muhıbbî (Kanuni Sultan Süleyman) etkisindedir. Kızını ve kocasını kaybetmiş, bu acılar şiirini etkilemiştir. Nakşıbendî tarikatine girmiş, hikemî şiirler de yazmıştır. Kendi Divan’ı basılmamışsa da Muhibbî (Kanuni Sultan Süleyman) Divanı’nın basılmasını sağlamıştır. 1898 yılında ölmüştür.
Nakıye Hanım: Şeref Hanımın yeğeni olan Hatice Nakıye Hanım 1845 yılında doğmuştur. Daha ziyade bir eğitimci olarak tanınır. Eğitimli ve kültürlü bir kadın olarak döneminde bir hayli hizmet vermiş, II. Abdülhamid tarafından bir Şefkat Nişanı ile ödüllendirilmiştir. Türkçe ve Farsça şiirler yazmışsa da şairliği eğitimciliğinin gölgesinde kalmış, dergilerde dağınık halde kalan şiirleri bir araya getirilmemiştir. Ancak bunların bir kısmı kardeşi Nebil Bey’in Divan’ının sonunda bir bölüm halinde, bir kısmı da Ahmet Muhtar Bey tarafından yayımlanmıştır. Hiç evlenmemiş bulunan Nakıye Hanım 1879 yılında ölmüştür.
Münire Hanım: Bir sadrazam kızı olan Münire Hanım 1825 yılında doğmuş ve iyi bir eğitim almıştır. Mevlevî tarikatine mensup olup çoğu tasavvufî şiirler yazmıştır. 1903 yılında ölmüştür.
Feride Hanım: Kültürlü bir aileden gelmekte olan Feride Hanım 1837 yılında doğmuştur. İlk derslerini, Arapça ve Farsça bilgisini babasından almıştır. Hattatlığı da olan Feride Hanım nesih bir Kur’an yazmıştır. Önce eşinin, sonra babasının ölümü üzerine içe kapanık bir hayat sürmüş, 1903 yılında ölmüştür.
Saniye Hanım: 1836’da Trabzon’da doğan Saniye Hanım şiir zevkini de aldığı babası tarafından eğitilmiştir. Divan tarzı kadar halk tarzında da şiirler yazmış, aruz kadar hece ölçüsünü de kullanmıştır. Bir Divan teşkil edecek hacimde şiiri olduğu halde bunları tertip etmemiş olan Saniye Hanımın birçok şiiri de bir yangında yok olmuştur. Evliliği sebebiyle bir süre Rize’de yaşayan Saniye Hanım 1905 yılında Trabzon’da ölmüştür.
Fıtnat Hanım (Trabzonlu, Hazinedarzâde): Tanzimat yıllarında yaşadığı halde geleneksel çizgide şiirler yazan ve kendisinden yaklaşık 1,5 asır evvel yaşamış adaşı Zübeyde Fıtnat’la karıştırılmaması için imzasını “Yeni Fıtnat” olarak atan Hazinedarzâde Fıtnat Hanım 1842 yılında Trabzon’da doğmuştur. Dönemin Trabzon valisi Hazinedarzâde Abdullah Paşa’nın kızıdır. Dört yaşında iken ailesiyle birlikte İstanbul’a gelen Fıtnat Hanımın eğitimine ailesi tarafından önem verilmiş, çok iyi derecede Farsça öğrenmesi ve tahsiline evliliğinden sonra da devam etmesi sağlanmıştır. Ancak şiir ve edebiyatla uğraşmasından hoşlanmayan bir adamla yaptığı ilk evliliğinde mutlu olamadığı, kaynaklarda adı geçmeyen ilk eşinin, uzun ve güzel olduğu için Fıtnat Hanımın kirpiklerini kestirmeye kaykıştığı bilinmektedir. Kocasının şiir ve edebiyatı men etmesi üzerine hattatlığa yönelen Fıtnat Hanım devrinde, bir güzellik şöhretine de sahiptir. Ahmed Midhat Efendi’nin kuzeni olduğu söylenen Fıtnat Hanım, Hakkı Tarık Us’un derleyerek yayımladığı mektuplara bakılırsa[1] “Hâce-i evvel” ile bir muaşaka da yaşamıştır. Tertip edilmiş fakat basılmamış bir Divan’ı vardır. Divan geleneği içinde eser veren kadın şairlerin en önemlilerinden olup çağdaşı Leylâ (Saz) Hanımla birlikte Tanzimat döneminde dergilerde açık imzası görünen ilk kadın şairlerden biridir. 1911 yılında İstanbul’da ölmüştür.
Leylâ Hanım (Saz): 1845 yılında İstanbul’da doğan Leylâ Hanım hekimbaşı İsmail Paşa’nın kızıdır. Babasının görevi münasebetiyle çocukluk çağında yedi yıl kadar sarayda bulunmuş, bunun neticesinde iyi bir eğitim almıştır. Şairliğinin yanı sıra bestekârlığı ile de tanınan Leylâ Hanım, Fıtnat Hanımla birlikte dergilerde açık imzasını gördüğümüz ilk kadın şairlerdendir. Ancak onun da şiirinde yenilik çeşnisi yoktur. Divan geleneğinin bir izleyicisi olarak yazdığı şiirlerini Solmuş Çiçekler adı altında kitaplaştırmıştır. Leylâ Hanım saray çevresini ve âdetlerini anlatan anılarıyla da ünlüdür. Ancak ilki bir yangında yok olan anılarını ikici kez yazmak zorunda kalmış, bunlar 1920 yılında Vakit gazetesinde yayımlandığı zaman çok ilgi çekmiş, Fransızca olarak da kitap haline getirilmiştir. Leylâ Hanım 1936 yılında ölmüştür.
Mahşah Hanım: 1864 yılında Trabzon’da doğan Mahşah Hanım özel hocalardan iyi bir eğitim alarak yetişmiştir. Aruz ile Divan tarzında yazdığı şiirlerin yanı sıra, mensubu bulunduğu Nakşî, Kadirî ve Mevlevî tarikatlerinin etkisi altında hece ölçüsüyle tasavvufî şiirler de kaleme almıştır. Musıki ile de uğraşan Mahşah Hanımın güftesi ve bestesi kendisine ait şarkıları vardır. Mün’im Şah yahut Zafer adlı bir tiyatro oyunu da bulunan Mahşah Hanım 1933’de İstanbul’da ölmüştür.
Buraya kadar saydığımız isimlerin dışında, daha az tanınmakla birlikte, Hatice İffet, Hasibe Maide, Feride, Habibe, Şerife Ziba, Fatma Kâmile gibi şairler de XIX. asır içinde Divan geleneğini sürdürerek şiir yazmaya devam etmektedirler.
B-YENİLEŞME DÖNEMİ
1839’da gerçekleşen Tanzimat hamlesi, sosyal hayattaki yirmi yıllık bir uyum ve düalizm devresinden sonra 1860’da, ilk özel gazete Tercüman-ı Ahval’in yayın hayatına girmesi ile izlerini edebiyatta da göstermeye başlar. Bu tarih edebiyatımızda Batı doğrultusunda biçimsel ve zihinsel yenileşmenin başlangıcı sayılır. Kadın şairler (tümüyle kadın edipler) üzerindeki izleri bakımından Yenileşme dönemini kendi içinde, Tanzimat yılları (1860’dan II. Meşrutiyete kadar) ve Meşrutiyet sonrası (Meşrutiyetten Cumhuriyete kadar) olmak üzere ikiye ayırmak gerekir.
Tanzimat Yılları
Tanzimat yılları bir yandan eskiyi bünyesinde sürdürmeye devam ederken, bir yandan da sosyal ve edebî anlamda yeniliğe geçişin temsilcisi kadınlar kültür semalarında kendilerini göstermeye başlamışlardır. Yeniliğin ilk ismi Nigâr binti Osman ilk eseri Efsus I’i 1887’nin Temmuzunda yayımladığı sıralarda Mahşah, Leylâ (Saz), Fıtnat (Trabzonlu) gibi kadın şairler geleneksel çizgide şiir yazmaya devam etmektedirler. Öyle ki henüz dergilerde açık kadın imzalarıyla karşılaşmak bile mümkün değildir. İlk kadın mecmuası olan Terakkî-i Muhadderat ile arkadan gelen Vakit –yahut- Mürebbî-i Muhadderat, Aile, İnsaniyet gibi kadın mecmualarında açık kadın imzaları yoktur. Bunların bir kısmında sadece “Lisan-âşina bir Hanım” ya da “Mektepli bir Kız” gibi rumuzlarla ya da Belkıs, Hayriye, Ãdile gibi kimlik tesbitini mümkün kılmayan tek isimlerle karşılaşırız. Kimliği belirlenebilen ilk imzalar olarak, geleneksel çizgide eser veren Leylâ (Saz) ve Fıtnat (Trabzonlu) Hanımlardan söz edilebilir. Batı ölçeğine göre gerçekleştirilmesi telkin edilen hayat bu dönemde kadın ediplerin, edebî kimlikleri kadar sosyal bir oluşun uzuvları olarak da dikkat çekmesine zemin hazırlar. Tanzimat yıllarında sosyal hayattaki değişimin, kadınlara yazma ve yazdıklarını yayımlama hususunda nisbî bir cesaret verdiği fark edilir. Fakat dönem, kadın imzalarına karşı güvensizdir. Üstelik sayısı henüz çok az olan kadın şairlerin de cesur davranabildiklerinden söz etmek mümkün değildir. Öyle ki ilk kadın romancımız Fatma Aliye, George Ohnet’den Volenté’yi Meram adıyla dilimize çevirirken (1890) imzasını açık olarak koyamaz da, “Bir Hanım” olarak görünmeyi tercih eder eserinin altında. Sonraki yazılarında da bir süre “Bir Hanım” ya da “Mütercime-i Meram” olarak kalacaktır. Ahmed Midhat, Fatma Aliye Hanımın romanı Muhazarat’ın (1892) başında bu doğrultuda bir açıklama yapmak ihtiyacını hisseder. Yine, romanı Udi’yi (1899) Ahmed Midhat’in yazdığı zannedilir. Keza, Makbule Leman imzasının da bir erkeğin, hatta Muallim Naci’nin, müstearı olduğu düşünülür. Abdülhak Mihrünnisa’nın Hazine-i Evrak’da yayımlanan bir manzumesini okuyan Ahmet Rasim, bu şiiri bir kadının söylediğine inanmak istemez. Nigâr Hanımın Efsus’unu bir kadının yazdığına çok az sayıda kişi inanır. Fakat dönem kadın imzalarına karşı güvensiz, kadınlar ürkek ve çekingen olsalar da Tanzimat yıllarından başlayarak, edebî ve sosyal hüviyetleri az ya da çok iç içe geçmiş öncü kadınlarla karşılaşmaya başlarız. Yeniliğin roman ve tefekkür sahasındaki en kuvvetli temsilcisi Fatma Aliye Hanımdır. Onun bir romancı olarak tebarüz etmiş kız kardeşi Emine Semiye Hanım ile kısacık ömrüne on iki de şiir sığdırmış bulunan Makbule Leman Hanımlar da yeniliğe geçişin ilk önemli isimleridir. Fakat şiir ve sosyal yaşantı ölçeğinde yenileşmenin en dikkate değer ismi olarak Nigâr Hanımın çok özel ve müstesna bir yeri vardır.
Nigâr Hanım: Tanzimat döneminde yaşamış olmakla birlikte şiirlerinde yenileşmenin etkisini taşımayan Leylâ ve Fıtnat Hanım gibi kadın şairlerden sonra yeniliğin ilk temsilcisi olarak Nigâr Hanımdan[2] söz etmek gerekir. 1862 yılında İstanbul’da doğan Nigâr Hanım, Macar Osman Paşanın kızıdır. Örtünme çağına kadar mahalle mektebinde ve bir Rum okulunda okumuş, sonra özel hocalardan ders alarak, Doğu ve Batı bilgilerini içeren kuvvetli bir eğitim görmüştür. Çok iyi derecede piyano çalan, sekiz lisan bilen Nigâr Hanım bir mühtedi olan babasının ikliminde Batılı bir sanat zevki ve yaşam çeşnisine açık olarak yetişmiştir. Erken yaşta evlenmiş, fakat mutlu olamayarak eşinden ayrılmıştır. İlk zamanlar geleneksel çizgide değerlendirilebilirse de, önceleri Ekrem’in sonraları Servet-i Fünuncuların etkisi altında ve Fransız edebiyatını orijinalinden takip edebilmiş olmasının da avantajıyla, yenilik özelliği taşıyan şiirler vermeye başlamıştır. Nigâr Hanım, döneminde sosyal hayattaki değişimin kadın ölçeğindeki en önemli temsilcisidir. Sadece şiiri değil; giyim-kuşamı, konuşması, davranışları, tesis ettiği edebî salonu ile de etik ve estetik bir mitin sahibesidir. Şiirleri ve yaşantısıyla kadın şairler üzerinde etkili olmuş, onlara yazma ve yazdıklarını yayımlama cesareti vermiştir. Dahası, kadınlar kadar erkek şairler üzerinde de etki yaratmış, hissî bir edebiyatın sirayetine katkıda bulunmuştur. II. Abdülhamid tarafından bir Şefkat Nişanı ile ödüllendirilen Nigâr Hanım bir dönem Hanımlara Mahsus Gazete’nin baş yazarıdır.
Ferdiyetçi bir muhteva taşıyan şiirinde Balkan Harbi ve I. Cihan Harbinden sonra milli duyguların ağırlık kazandığı fark edilir. Dil ve vezin bakımından zaman zaman çözük, fakat hakim vasfı samimiyeti olan bir şiiri vardır. Sağlığında Efsus (I-I; 1887, 1890), Nîran (1896), Aks-i Sedâ (1899), Safahât-ı Kalb (1901), Elhân-ı Vatan (1916) adlı eserleri yayımlanan Nigâr Hanımın ölümünden sonra Tesir-i Aşk (1978) adlı tiyatro eseri basılmış olup döneminde oynanan (1912) fakat basılmayan Gırive adlı bir oyunu da mevcuttur. Yirmi cilt kadar olduğu bilinen günlüklerinin on üçü Aşiyan müzesinde muhafaza edilmektedir. Bu muazzam eser bizde Batı tarzında günlük edebiyatının da ilk örneğidir. Yaşantısı, eserleri, hissedişi ile ilklere imzasını atan fakat birinci sınıf bir şair olamayan Nigâr Hanım Meşrutiyet sonrasında değişen edebî beğeniye ayak uyduramayarak geri planda kalmış, 1918 yılında İstanbul’da ölmüştür. Nigâr Hanıma gelinceye kadar kadın şairlerde az veya çok ölçüde fakat daima hissedilen erkek söylemi Nigâr Hanım ile etkisini kaybetmiştir. O, samimi kadın duygularını terennüm eden ilk şairimizdir. Türk “kadın” şiirinin Nigâr Hanımla başladığından söz etmek abartı değildir. | |
| | | msarcan Aktif Üye
Mesaj Sayısı : 69 Kayıt tarihi : 19/03/09
| Konu: Geri: Tanzimattan Günümüze kadın şairler Perş. Mart 19, 2009 3:56 pm | |
| Makbule Leman: Yenileşme döneminin Nigâr Hanımla birlikte burç isimlerinden biri olan Makbule Leman[3] 1865 yılında İstanbul’da doğmuştur. V. Murad sarayında Kahvecibaşı İbrahim Efendinin kızıdır. Bir görüşe göre Rüşdiyede okumuş, sonra özel dersler alarak yetişmiştir. Bir dönem Hanımlara Mahsus Gazete’nin baş yazarı olan Makbule Leman, II. Abdülhamid tarafından Şefkat Nişanı ile ödüllendirilmiştir. Ömrünün son on dört yılını tedavisi imkânsız bir hastalığın esiri olarak yatakta geçirmiştir. Kısacık ömrüne şiirlerinin yanı sıra denemeler, hikâyeler de sığdıran Makbule Leman’ın sağlığında yayımlanan şiirlerinin sayısı on ikidir. Bunlar tür ayrımına gidilmeksizin Makes-i Hayal (1896) adıyla bir araya getirilmiş, ölümünden (1898) sonra bu eser, eşi tarafından, Makbule Leman hakkında yazılanlarla bir arada ikinci kez bastırılmıştır.
Abdülhak Mihrünnisa: Abdülhak Hamid Tarhan’ın en küçük kardeşi olan Abdülhak Mihrünnisa 1864 yılında İstanbul’da doğmuştur. Evlilik hayatında mutlu olamayarak boşanmıştır. Dağınık halde çeşitli dergilerde ve mecmualarda kalan şiirlerinde kuvvetle ağabeyi Hamid etkisinde kaldığı görülmektedir. 1943 yılında ölmüştür.
Meşrutiyet Yılları
II. Meşrutiyete takaddüm eden yıllarda şöhretinin zirvesinde bulunan Nigâr Hanım, Fatma Aliye ve Emine Semiye gibi öncü kadınlar Meşrutiyetin getirdiği yeni hayatın ve değişen edebî beğeninin gereklerine ayak uydurmakta güçlük çekerler ve unutuluşun kucağına zirveden düşerler. Bununla birlikte Meşrutiyet döneminde şiir ve nesir sahasında eser verecek kadın ediplerimiz, arkalarında kısık sesli ve az sayıda da olsa hemcinsleri tarafından açılmış bir yol bulurlar. Meşrutiyet dönemi aydınının üzerinde fikir birliği ettiği alanlardan birisi de “kadın” meselesidir. İslâmcılık, Türkçülük, Batıcılık, Osmanlıcılık başta olmak üzere dönemin belli başlı fikir akımları programlarında mutlaka “kadın” meselesine yer verirler. Çözüm önerileri ve programlar az ya da çok farklılık gösterse de ortada “kadına dair” bir problem ve “kadının durumunun iyileştirilmesi” gibi bir gereklilik olduğu Meşrutiyet aydını tarafından tartışmasız olarak kabul görmektedir. İyileştirme çarelerinin eğitimle iç içe durduğunun fark edilmesi (hem kadının hem erkeğin eğitimiyle) neticesinde, Meşrutiyet döneminde kadının eğitim seviyesinde önceki yıllara göre nisbî de olsa bir iyileşme fark edilir. Kadın mecmualarının sayısı gibi eli kalem tutan kadın sayısında da ani bir artış fark edilir. Meşrutiyetten Cumhuriyete kadar olan dönem, kendini ifade hususunda imkânları daha elverişli, lügatini nisbeten sadeleştirmiş, hece ölçüsü ve toplumsal gerçeklerle tanışık, Divan edebiyatı etkisinden uzaklaşmış bir kadın şair tipiyle karşılaşmamıza imkân hazırlamışsa da, bu şairin olgunluk noktasını yakaladığından söz etmek henüz mümkün değildir.
İhsan Raif: 1877 yılında Beyrut’ta doğan İhsan Raif[4] bir mutasarrıf kızıdır. Babasının görevi nedeniyle pek çok yer görmek imkânını bulmuş fakat aynı nedenden dolayı düzenli bir eğitim alamamış, daha ziyade özel hocalar elinde yetiştirilmiştir. Meşrutiyet devrinde parlayan en önemli kadın şairlerden birisi ve hece ölçüsüyle yazan ilk kadın şairdir. O da Nigâr Hanım gibi edebî salon tesis etmiş, şiiri zaman içinde toplumsal bir muhteva kazanmıştır. Sade bir dili, yalın bir anlatımı vardır. 1926 yılında Paris’te ölmüştür.
Yaşar Nezihe:
1880 yılında İstanbul’da doğan Yaşar Nezihe[5] yoksul bir ailenin çocuğudur. Annesinin ölümünden sonra baş başa kaldığı babası okuması yazması olmayan bir müstahdem olup, kızının okumasına ortam sağlayamamıştır. Yoksulluğu ve eğitimsizliği ile, sosyal statüsü ve yaşam standardı yüksek ailelere mensup diğer kadın şairlerden ayrılan Yaşar Nezihe kendi kendisini yetiştirmiştir. Yoksulluk ve sıkıntılar ömrü boyunca arkasını bırakmamış, yaptığı üç evlilikte de mutlu olamamış, geçimini sağlamak için evde ve dışarıda çeşitli işlerde çalışmak zorunda kalmıştır. Edebiyat, sıkıntılı hayatının yegâne saadetidir. Şiirlerini Bir Deste Menekşe (1915) ve Feryatlarım (1924) adlarıyla kitaplaştıran Yaşar Nezihe’nin yaşantısına âyinedarlık eden karamsar bir şiiri vardır. Batı etkisi taşıyan şiiri yer yer toplumsal ve siyasî değiniler de taşır. Güçlü ve dirayetli bir mizaca sahip olan Yaşar Nezihe (Bükülmez soyadını almıştır), 1935 yılında İstanbul’da ölmüştür. Şükûfe Nihal: 1896’da İstanbul’da doğan Şükûfe Nihal, özel hocalardan eğitim almış, Edebiyat fakültesini bitirmiştir. Başlangıçta Tevfik Fikret’in etkisinde aruz ölçüsüyle şiirler yazarken zaman içinde Milli edebiyat akımının ilkelerine uygun olarak hece ölçüsünü kullanmaya başlamıştır. Aruzla yazdığı şiirleri Yıldızlar ve Gölgeler (1919) adı altında kitaplaştırmıştır. 1928 öncesinde heceyle yazdıkları ise Hazan Rüzgârları (1927) adlı kitabında bir araya getirilmiştir. Hikâye ve roman sahasında da isim yapmış olan Şükûfe Nihal, edebî kimliğinin yanı sıra yaşantısı ve faaliyetleri ile de dikkat çeker. Fatih mitinginde etkileyici bir konuşma yapmış, Türk Kadınlar Birliği’nin kurucuları arasında yer almıştır. 1973’de ölmüştür. | |
| | | msarcan Aktif Üye
Mesaj Sayısı : 69 Kayıt tarihi : 19/03/09
| Konu: Geri: Tanzimattan Günümüze kadın şairler Perş. Mart 19, 2009 3:57 pm | |
| II-TAHLİL VE NETİCE
Buraya kadar tasvirini ve tarihçesini gözden geçirdiğimiz “Osmanlıda kadın şair” olgusu; Osmanlıda geleneksel dönem içinde kadın şairin erkek meslektaşlarına nisbetle neredeyse yokluğu anlamına gelmekte; yenileşme döneminde ise, toplumsal varlık bilincine ulaşan kadın şairin, bir türlü aradaki farkı kapatıp da şiirde olgunluk noktasını yakalayamayışını işaret etmektedir. Klasik Türk edebiyatının, erkek meslektaşlarıyla eşit edebî kıymette bir kadın şair çıkaramamış olduğu cümlesi, Nigâr Hanıma kadar (nisbeten Mihrî hariç) gerçek kadın duygularını terennüm eden bir kadın şair çıkamamış olduğu cümlesiyle de aynı mana düzlemini tutmaktadır. Çünkü büyük edebî eserde, “içtenlik” olarak yorumlayabileceğimiz bir “samimiyet” varlığı temel şartlardan biridir ve bunun da cinsiyet ile ilgisi mutlaktır. (Burada söz konusu edilen içtenliğin “yaşanmışın bire bir şiire dökülmesi” olarak tanımlanabilecek sığ bir samimiyetten başka bir şey olduğu ve edebiyat teorisinin önemli meselelerinden birini teşkil ettiği unutulmamalıdır). Bu durum beraberinde toplumsal yapıyla birinci dereceden ilişkili bir tahlil denemesi getirmek zorundadır. Kadının ruhsal yapısının şiirden ziyade roman ve hikâyeye daha yatkın olduğu gibi zayıf, veya kadının şiiri yazmaktan çok yazdırmak gibi bir yaradılış gayesine sahip bulunduğu gibi iyice fantezist ve romantik karakterli görüşler bu bahsin dışında tutulacak ancak, kadın mizacı ile şiir halini ilişkilendirmeye çalışan bir psikolojik tahlil denemesine yine bu bahsin sonunda yer verilecektir. Divan geleneği içinde yetişen kadın şairlerin kendilerine mahsus duyguları işleyerek şiir haline dönüştürmek yerine erkeksi bir söylemi yüklenmelerinin nedenlerinden ilki mevcut toplumsal yapının kadın üzerinde oluşturduğu baskı olarak gösterilebilir. Ahmet Rasim’in Muharrir Şair Edip (1924)’de anlattığına bakılırsa kadınların şiir biçimde bile duygularını ifade etmeleri, hele bazı sözcükleri kullanmaları adamakıllı ayıp sayılmaktadır: “Eski ve yeni şairlerimizin eserlerinde görülen, vuslat, visal, firkat, firak, hicran, tahassür, zâlim, yar, gönül, aşk, muhabbet, sevdâ, sevmek, nefret, vicdan, pâre, gözyaşları, uykusuzluk, nedâmet, âh u zar, figan, nâme ve benzeri kelimelerin cilve yeri olan mısralar, beyitler, manzumeler pek ziyade açık saçık telâkki olunuyordu. İhtimal ki yeniler bilmezler, fakat siz ey eski şiir ve edebiyat müntesipleri hatırlayabilirsiniz ki şâir Haşmet ile şaire Fıtnat ve bir de Koca Ragıp Paşa aralarında vukûu kuvvetli kuvvetli tekrarlanıp duran müstehcenlikler ve bayağılıklar ne kadar galiz ve kötüdür”. Yenileşme dönemine dahi taşınan böyle bir yapılanmanın geleneksel dönem içinde kadın ruhunda nasıl bir sakınım içgüdüsü gelişimine sebebiyet verdiği tahmin edilebilir. Kadının en önemli meziyetinin “kendisinden bahsettirmemek” olduğunun kabul gördüğü bir toplumsal psikoloji içinde, şiir biçiminde olsun kendisinden söz etmek, duygularını, aşklarını, acılarını, ümitlerini, kısacası manevi cazibesini sergilemek yani ki kendisinden bahsedilmesine izin vermiş olmak kadın şair için sakınılması gereken bir durumdur. Bir başka deyişle manevî cazibe de en az maddî cazibe kadar setri gerektirir. Bu durumda kadın şair ya manevî cazibesini şiirin ifade vasıtaları ile sergilemiş olmanın getireceği toplumsal baskıyı göze almak zorundadır, ya da susmalıdır. Toplumsal baskıyı göze alamadığı ancak yaradılışın kendisine yüklediği şairlik yeteneğinin büyüleyici zorlamasından da vaz geçemediği yani susamadığı anda kadın şairin yolu basit bir temkin programı geliştirmekten geçer. Bunun en kestirme ifadesi de kendi kalbini, kendi ruhunu şiir haline geçirmek değil; ifade klişeleri önceden belirlenmiş bir erkek söylemini üstlenmekten, bir başta deyişle ödünç bir kalbi şiir biçiminde deşifre etmekten geçer. Böylece kadın şair kendine (ve kendi cinsine) ait olmayan duyguları ve duyuşları terennüm ederek büyük ölçüde meşruiyet ve muafiyet zeminine çekilir. Her büyük eserin, yedeğinde, yukarıda sözünü ettiğimiz ve “içtenlik” olarak yorumlayabileceğimiz bir samimiyet özelliğini taşıdığını da düşünürsek, kadın şairin kendisine ait olmayan taklidî bir kalbin gelenek içinde klişeleşmiş hissedişlerini yüklenme çabasıyla daha peşinen mağlup konumunda olduğu ortaya çıkar. Bu bakımdan Fuad Köprülü, Osmanlıda kadın şairleri değerlendirdiği yazısında Nigâr binti Osman’ı ilk Türk “kadın” şairi sayarken, onun, kadın duygularını samimiyetle terennüm edebilmiş olması cihetinden hareket etmektedir: “Mihrî, Zeynep, Leylâ, Fıtnat, Şeref gibi divanları ve hatıraları eski tezkirelerle kimsenin uğramadığı kütüphanelerde uyuyan şairleri bir yana bırakacak olursak, diyebiliriz ki, Nigâr Hanım edebiyatımızda canlı ve samimi eserler bırakabilen hemen ilk şairemizdir. Tezkireleri dolduran binlerce isimler arasında sayısı nihayet beş altıyı geçmeyen eski kadın şairler Arapça ve Acemce ile karışık dili, Arap âlemlerinin belagat ve fesahat kaidelerini Acem vezninin inceliklerini şüphesiz Nigâr Hanımdan çok daha iyi biliyorlardı. Lâkin onların bilmedikleri bir şey vardı. Zavallılar devirlerinin yanlış telâkkilerine kurban olarak, sanatın samimilik demek olduğunu anlayamamışlardı. (....). Bu kadın şairler yüreklerini çarptıran derin elemleri terennüm edecek yerde, meyhaneden dönen harabat erenleri gibi eski bir rind, bir kalender edasıyla mey ve mahbûbdan, dört kaşlı civanlardan, sakilerden bahsettiler. Ve işte bundan dolayı eserleri, o harabat âlemlerini samimi bir surette terennüm eden şairlerin nağmeleri yanında sönük kaldı, unutuldu”.
Sebebi ne olursa olsun, geleneksel dönemde kadın şairlerin, duygularını bir içtenlik öğesi olarak şiirlerine yedirememiş olmaları asırlar sonraki hemcins meslektaşlarını da etkileyecek ve XX. yüzyılın sonuna yaklaşıldığı 1990’ların Türkiye’sinde dahi aradaki eşitsizlik süre gidecektir. Bugün hâlâ Yahya Kemal ya da Necip Fazıl ölçüsünde bir kadın şairimiz yoksa ama Yakup Kadri ya da Kemal Tahir ölçeğinde romancılar olarak Halide Edip ya da Adalet Ağaoğlu’dan bahsedebiliyorsak, gelenek sorunsalını gözden geçirmek zorundayız demektir. Çünkü sanat-edebiyat hadiselerini gelenek kavramı dışında yorumlamanın imkânı yoktur. Toplumsal süreçte zuhur eden edebî oluşumlar içinde birbirine en uzak gibi görünen iki örneği birbirine yakın kılan şey asırlar içinde yerleşmiş olan edebî gelenektir. Bu cümle, çağdaş bir şairin asırlar öncesine görünmez bir ilgiyle bağlı olduğu şeklinde açılabilir. Günümüz şairlerinden herhangi birisi hiç ilgisi yokmuş gibi görünse de XV. asır şairi Necati’ye ve arkadan gelen asırlar içinde yetişen şairlere bir biçimde bağlıdır. Tıpkı yamaçtan düşen kar topunun büyüyerek çığa dönüşmesi gibi. İlk bakışta ilk tabaka görünür ama altta başka tabakalar yatmaktadır. Oysa kadın şairin arkasında kendisi için boş bir gelenek yatmaktadır. Çünkü o, Divan geleneği içinde kendisi değildir. Bu tablo önünde kadın şairin, şiirdeki koşuya kendisi olarak ancak Tanzimat yıllarında katıldığını hesaba almak zorundayız, yani erkek meslektaşlarına nazaran altı asırlık bir donanımsızlığın dezavantajıyla. Çünkü kadının kendisi olarak şiir söylemesine müsait bir toplumsal yapılanma ancak Tanzimat yıllarında oluşmaya başlar. Altı asır gibi muazzam bir eşitsizliği “yüklenerek” işe başlayan kadın şairin 100-150 yıllık bir zaman dilimi içinde olgun örnekler vermesi beklenmez. Bu gerçek bugün münferit anlamda gayet olgun şiirler söyleyen kadın şairlerin var olduğu gerçeğini elbette örtmez. Ancak münferit kalan bu örneklerin taşıdığı olgunluğun bir olgunluk vasatı olarak bütün kadın şairleri kuşatacağı ve şairin isminin başından “kadın” sıfatının düşerek “şair”den ibaret kalacağı günlerin gelmesini beklemek gereklidir. Roman ve düzyazı vadisinde ise gelenek yoksunluğundan kaynaklanan bir eşitsizlik söz konusu edilemeyeceği için kadın ve erkek edipler arasında eşit kabiliyetler eşit eserler altına imza atabilmektedirler. Romanın bizde zuhuru Tanzimat yıllarına rastlar ve Batı tarzında ilk Türk romanı sayılan İntibah (1876) ile bir kadın kaleminden çıkma ilk roman Muhazarat (Fatma Aliye, 1892) arasında sadece on altı yıllık bir fark vardır. Tarihin geniş ölçeğinde bu, aynı başlangıç noktası anlamına gelmektedir. Başka edebiyatlarda da modern öncesi dönemlerde ünlü kadın şair (örneğin Shakespeare ayarında biri) yetişmemiştir. Ve başka edebiyatlarda da kadın romancılar kadın şairlerden daha çok ve güçlüdür. Çünkü Batı ölçeğinde de kadının, toplumsal anlamda varlık bilincine kavuşması için, yeni zamanların beklenmesi gerekmiştir. Ve Batıda da roman en geç teşekkül eden edebî türdür. Bugün Batının kadın şair hususunda daha zengin bir görünüm arz etmesi toplumsal aydınlanma sürecinin Batıda daha erken tarihte başlamış olmasıyla ilgilidir. Yani batıda kadın şairin tekâmülü daha ileri bir seviyede sürmektedir. Buraya kadar üzerinde durduğumuz ve sosyolojik sebep olarak adlandırabileceğimiz bu zemin, yedeğinde edebî olarak adlandırabileceğimiz bir başka sebep taşır mı? Kadın şairin erkek söylemini yüklenerek döneminde mevcut ve geçerli enstrümanı kullanabilme becerisini sergilemeye kalkıştığını düşünebilir miyiz? Yanı sıra, mazmunlar sisteminin klişeleşmiş olması ve Divan edebiyatındaki sevgili tipinin neredeyse cinsiyetinden soyutlanmış bir kimliksizlik göstermesi, kadın şairlerin erkek gibi yazma temayülleri hususunda toplumsal yapıyı mazur gösterecek bir çözüm önerisi sunmaya kâfi midir? Yani erkek şairler de “öyle” yazıyorlardı diyerek çözüme ulaşabilir miyiz? Pek öyle görünmüyor. Çünkü terennüm edilen sevgili tipi (cinsiyetten soyutlanmış olsa da) etrafında teşekkül eden mazmunlar sisteminin kadın (ya da kadınsı) güzellik unsurları üzerine oturtulmuş olması başlangıçtan beri erkek beğenisine hitap eden bir sistemin varlığını izhar ediyor. Öyle anlaşılıyor ki sözcük anlamı “kadınlarla âşıkane muhabbet etmek” demek olan bir nazım türünün cazibesi etrafında halkalanan bir “gazel edebiyatında”, kadın şair yokluğunun izahı için sosyolojik neden ilk sırada dikkate alınmalıdır. Son olarak psikolojik boyutta kadın karakteri ve şiir etme hali arasındaki ilişki üzerinde durulabilir. Kadın karakterinin baskın vasfının hadiseler karşısındaki duygusallık olduğu bir vakıa ise; bir zaaf olarak değerlendirilmesi gerekmeyen böyle bir “za’fiyette”, kadının, duygularını şiire dönüştürme noktasında erkeğe nazaran zayıf kaldığı düşünülebilir. Çünkü “şe’ara” kökünden gelen “şiir” derunî eylemlerin dilin imkânlarıyla işlenerek şuur sahasında görünür kılınmasıdır. (Şuur da aynı kökten gelmektedir). Bu bakımdan duygu sahasından şuur sahasına atlama/geçme/sıçrama demek olan şiirde bilinçli bir işleyişle duygusallığı aşma anlamı mevcuttur. Bu noktada, salt duygu şiirin belki de en uzağındadır. Kadın acaba duygudan şuura atlama noktasında erkek kadar mahir değil mi? Psikolojik neden bunu işaret edebilir. Ancak, acaba duyguda asılıp kalma, şiir haline geçememe ile “malûl” olan kadında bu maharetin eksikliği de yine dönüp dolaşıp geldiğimiz gelenek eksikliği meselesi ile izah olunabilir mi? Çünkü duyguların işlenmesi de bir alışkanlık ve kazanılabilen bir beceri değil midir? Çünkü derunî eylemlerin şuur alanına geçirilmesi noktasında şiir ile roman arasındaki fark zannedildiği kadar büyük değildir. Ve kuşkusuz bunu romanda yapabilen kadın şiirde de yapabilir. Yeter ki zaman bir geleneğin oluşumuna yetebilecek kadar dönsün. Bu yazının konusu ne roman ne de Halide Edip olmakla birlikte, bitirirken bu isim üzerinde durmanın mevzumuzla alâkası vardır. Çünkü Halide Edip’le “kadın” romancı, “erkek” romancı gibi sun’i bir ayrım da ortadan kalkmış, o, edebî kıymetini kadın olmasına dayanan bir hoşgörüden değil, doğrudan eserinden almıştır. “Edebiyatın kadını erkeği olmaz, edebiyat edebiyattır” (bu, erkek ya da kadın duyuşlarının esere taşınması gibi çok doğal ve gerekli bir edebî vâkıa ile karıştırılmamalıdır) görüşünü doğrulayan bir örnek olarak Halide Edip olgusu, şiirde de olması gerekeni işaret eder aslında. “Kadın şair” ayrımının yedeğinde taşıdığı peşin bir hoşgörü ya da horgörünün en fazla kadın şairler için zararlı olduğu muhakkaktır. Edebî varlık kadın ya da erkek yaftasını göğsünde taşımadan kıymetini mahiyetinden almalıdır. Oysa Osmanlı geleneksel döneminde “kadın şair”in edebî kimliği cinsiyetinin önüne geçememiştir, çok garip bir tezahürle, cinsiyetinden vaz geçmiş olmasına rağmen bu böyledir. Yenileşme döneminde ise olgunluğa yürüyen süreç başlamış ve münferit örnekler bu tekâmülün tamamlanmasının mümkün olduğuna dair renkler göstermiştir. Tekâmül sürmektedir. | |
| | | msarcan Aktif Üye
Mesaj Sayısı : 69 Kayıt tarihi : 19/03/09
| Konu: Geri: Tanzimattan Günümüze kadın şairler Perş. Mart 19, 2009 3:57 pm | |
| ZEYNEP HATUN -------------------------------------------------------------------------------- Divan şiirinin bilinen ilk kadın şairi. 15. Yüzyılda yaşamış bir kadı kızı ve bir kadı eşi. Çağdaşı olan Mihri Hatun ile aralarında
latifeler ve karşılıklı şiir söyleşmeleri var. Divanı, Sultan Mehmet adına düzenlendi. Zeynep Hatun, şiirlerinde, kadının
isteklerini, açgözlülük olarak nitelendirir ve döneminin kadınının aşağılık konumundan sıyrılma isteğini anlatır. Zeynep Hatun,
bir şair olarak kabul görebilmek için, arzularının “merdane” olmasını ister. Tıpkı alçakgönüllü bir erkek gibi, bilge olmak isteğini
vurgular. Yumuşaklık, sevecenlik gibi kadına özgü bazı değerleri, zayıflık ve ruhsal eksiklik diye nitelendirir. Aşık Çelebi,
“Mesairus Şuara” adlı kitapta, Zeynep Hatun’un yaşamının son döneminde şiiri bıraktığını, inzivaya çekildiğini anlatır.
GAZEL
Keşfet nikabını yeri göğü münevver et Bu âlem anasırı firdevs-i enver et
Depret lebini cüşe getir hacz-i kevseri Anber saçını çöz bu cinanı muattar et
Hattın berat verdi saba yeline dedi Tez er Hatay'a Çin'i tamam et müseehhar et
Yâra yolunda âşk ile derdinden ölenin Kim der sana ki hecr ile cânın mükedder et
Zeynep çü dost zülfü gibi tarümarsın Divane olma şiirini divan ü defter et
Zeyneb ko meyli zinet-i dunyaya zen gibi Merdane var Sade-dil ol terk-i ziver it
MİHRÎ HATUN --------------------------------------------------------------------------------
1460 ya da 1461'de Amasya'da doğdu ve 1506'da yine burada öldü. Asıl adı Mihrünnisa ya da Fahrünnisa. "Mihrî" mahlasını
kendisi de bir şair olan babası Mehmet Çelebi bin Yahya'dan (Belâyî) aldı. Hiç evlenmedi. Sultan 2. Bayezid ve oğlu Şehzade
Ahmed’in Amasya Valiliği sırasında kentte toplanan bilgin ve sanatkarların meclislerine katıldı. Mihrî Hatun, Zeynep Hatunla
birlikte adı bilinen ilk Türk kadın şairlerinden. Güzelliğiyle bölgede ün salan Mihri Hatun, sade bir dille yazdığı kaside ve
gazelleriyle tanınır. Diğer divan şairi kadınlardan aşkı çekinmeden kullanmasıyla ayrılır. Şairi Necati Bey’i kendisine örnek
aldığı, şiirlerini Necati Bey'e gönderip fikrini öğrenmeye çalıştığı iddiaları da var. Söylentilere göre Necati Bey ile aralarında
duygusal yakınlaşma vardı. Ayrıca şiirlerinde, Müyyedzâde Abdurrahman Çelebi ve Sinan Paşazâde İskender Çelebi’ye
duyduğu aşka dair ipuçlarına da rastlanır. Mihri Hanım Divanı 1967'de Moskova'da basıldı. -------------------------------------------------------------------------------- ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER
GAZEL
Ben umardım ki seni yâr-ı vefâ-dâr olasın Ne bileydim ki seni böyle cefâ-kâr olasın
Hele sen kaaide-î cevrde eksik komadın Dostluk hakkı ise ancağ ola var olasın
Reh-i âşkında neler çektüğüm ey dost benim Bilesin bir gün ola aşka giriftâr olasın
Sözüme uymadın ey asılası dil dilerim Ser-i zülfüne anın âhiri ber-dâr olasın
Sen ki cân gül-şeninin bi gül-i nev-restesisin Ne revâdır bu ki her hâr ü hasa yâr olasın
Beni âzâde iken aşka giriftâr itdin Göreyim sen de benim gibi giriftâr olasın
Bed-duâ etmezem ammâ ki Huda’dan dilerim Bir senin gibi cefâ-kâra hevâ-dâr olasın
Şimdi bir hâldeyüz kim ilenen düşmanına Der ki Mihrî gibi sen dahi siyeh-kâr olasın
ANİ HATUN -------------------------------------------------------------------------------- Doğum tarihi bilinmiyor. 1710'da Yenişehir-Fener'de yaşamını yitirdi. Asıl ismi Fatma. Kültürlü bir ailenin kızı olarak İstanbul’da
doğdu. Akıllı, bilgili ve eğitimli olan Ani Hatun, “Hace-i Zenan (Kadınların Hocası)” lâkabıyla anılmıştır. Arapça öğrendi, doğu ve
Batı edebiyatlarıyla ilgili çalışmalar yaptı. Bir divanı olduğu sanılıyor ama bulunamadı. Usta bir hattat olarak da ün yaptı. Bazı
metinlerde hattatlığının şairliğinden bile üstün olduğu belirtilir. --------------------------------------------------------------------------------
ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER
GAZEL
Feramuş itti hayli dem beni yad itmeden kaldı Benim çok sevdigim mahzunu dilşad itmeden kaldı
Nola t'amirine kasd itmese şah-ı cihan banım Bilür kim hatır-ı viranım abad itmeden kaldı
Kalupdur bahr-i gamda fülk-i dil yok sahil-i maksud Hayıflar rüzgarim bana imdad itmeden kaldı
Düşelden ran-ı aşk-ı yare zar ü natüvandır dil Ser-i kuyinde halim yare feryad itmeden kaldı
Niçün derpey olur Ani ki hal-i Kays'ı bilmez mi O biçare yetürdi kendin irşad itmeden kaldı
FITHAT HANIM -------------------------------------------------------------------------------- İstanbul'da doğdu, doğum tarihi bilinmiyor. 1780'de yine İstanbul'da yaşamını yitirdi. Asıl adı Zübeyde. Şeyhülislam Ebu
İshakzade Mehmet Esad Efendi'nin kızı. Özel derslerle eğitildi. Küçük yaştan itibaren edebiyat ve şiirle ilgilendi. Rumeli
Kazaskerlerinden Mehmed Efendi ile evlendi. Günümüze kadar gelen kadın şairler arasında en dikkat çekicilerden biri. Aydın
ve şairi bol bir çevrede yetişti, döneminin sanat-edebiyat çevrelerinde bulundu. Şiirleri kadar nükteleri, Koca Ragıp Paşa ve şair
Haşmet ile aralarında geçen şakalaşmalarla da bilinir. Ancak günümüze ulaşan bu şakaların bir kısmının uydurma olduğu
sanılıyor. Türkçe'yi çok güzel kullanır, şiirlerinde zaman zaman halkın konuştuğu dile de yer verir. Ama şiirlerine kadın içtenliği
ve inceliği yansımaz. Yayınlanmış bir divanı var. Kendisini anlamayan, ruhuna denk düşmeyen, şiirle uğraşmasına bir anlam
veremeyen kocası Derviş Mehmet Efendi ile evliliğinde mutlu olmadığı biliniyor. -------------------------------------------------------------------------------- ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER
ŞARKI
Beni derdinle yeter zâr etdin Yok mu insâfın a zalim söyle Çeşm-i mestin gibi bîmâr etdin Yok mu insâfın a zalim söyle
Ruhların taze gülü handandır Leblerin derd-i dile dermandır Sühanın mürde-i aşka candır Yok mu insâfın a zalim söyle
Ãşık-ı zâre cefâ kârındır Öldüren gamze-i hunharındır Eden ihyâ yine güftarındır Yok mu insâfın a zalim söyle
Ey Sehi-kamer ü şîrin-güftâr Bülbül-i vird-i ruhun gerçi hezâr Var mıdır bencileyin âşık-ı zâr Yok mu insâfın a zalim söyle
GAZEL
Neşve-i cam-ı muhabbetle gönül cuş eyler Çekilen der ü gamı cümle feramuş eyler
Kıl hazer alma sakın aşık-ı zarın ahın Seni bir şuh-ı sitemkara felek dun eyler
Bir nigehle komadı derdimi takrire mecal Çeşm-i mestin nice guyaları hamuş eyler
Hale-i mah gibi sineye çekmiş mihri Bezm-i vuslatta o kim yari deraguş eyler
Sen hem gülşen-i hüsnünde figan et cü hezar Fıtnata derd-i dilin belki o gül guş eyler | |
| | | msarcan Aktif Üye
Mesaj Sayısı : 69 Kayıt tarihi : 19/03/09
| Konu: Geri: Tanzimattan Günümüze kadın şairler Perş. Mart 19, 2009 3:58 pm | |
| LEYLÃ HANIM -------------------------------------------------------------------------------- Sudur'dan Moralı Zâde Hâmid Efendi'nin kızı ve Keçecizâde İzzet Molla’nın yeğeni. Çocuk denecek yaşta babasını kaybetti, aynı dönemde evlendirildi, bir hafta içinde ayrıldı. Dönemin ünlü şairleri ve dayısı olan Keçecizade İzzet Molla'dan özel ders adı. Saray kadınlarıyla yakın ilişkisi olduğu bilinen, iyi eğitimli ve çok kültürlü bir şair. Hazır cevaplığı ve şakacılığı ile de tanınır. Mevlevî tarikatına katıldı. Mihrî Hatun kadar olmasa da kadın duygularını dile getirmesi ve döneminin koşullarında bir kadın için serbest sayılabilecek söyleyişiyle dikkat çeker. Edebî bir çevrede yaşadığı için verimli bir şair. Şiir dili açık ve sade. Bir Divanı var. 1848'de yaşamını yitirdi. Galata Mevlevihanesi kabristanında toprağa verildi. Pür âteşim açdırma sakın ağzımı zinhâr, mısrasıyla başlayan, Zâlim beni söyletme derûnumda neler var, nakaratlı şarkısı çok ünlü.
ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER
GAZEL
Yârin âşıkları ile ülfeti pek güçtür güç O peri vahşidir unsiyyeti pek güçtür güç
Sakın aldanma gönül vâ'd-i visâl-i yâre Sonra derd ü elem ü mihneti pek güçtür güç
Beni âfv eyle eğer meclise girdiyse rakip Çekemem doğrusu bu sıkleti pek güçtür güç
Ders-i aşkı açalım dersini vaiz kapasın Zâhidin bârid olur sohbeti pek güçtür güç
Sohbeti yâr ile de pekçe uzatma Leylâ O peri vahşidir ünsiyyeti pek güçtür güç
GAZEL
Her seherde Kâbei kûyında estikçe nesim Ãşıka zülfi siyahından gelir anber şemim
Naveki müjgânı gönder sinei mecruhuma Kûşei gamda dili mahzunuma olsun nedim
Kalim bu aşk ile yanmaktan ey meh ruzüşeb Yok bana derdü elemden başka bir yârı kadîm
Şiddeti düzahla korkutma beni gel zahida Aşkıma nisbet benim bir şey midir narı cahim
Kûşei cennet dahi olsa safayab olmayız Aşk ile olduk hele külhan bucağında mukim
Zulmu çok ettin bugün Leylâ'ye ey şahı cihan Ruzi mahşerde seninle eylesin bahsi azîm
GAZEL
Hayâli ârızın bağı gönülde gülizarımdır Açıldı dağlar kim sînede evvem beharımdır
Güli ümmidim açılmaz açıldı soldu hep güller Bu gülşende figandan bihaber ancak nigârımdır
Hikâyettir sana şerhi derunumdan değil şevka Senin aşkınla yanmak tabemahşer iftiharımdır
Neden küstün bilir hep cürmün inkâr eylemez âşık Sebep bu infiale naleî bî ihtiyarımdır
Salın ey nahli nâzım gel nolur bir kerre serv âsa Sarayındır bu gönlüm ande eşkim cuyibarımdır
Emanet eyledim bir tahfecik ol şahı hubane Gönül derler anın adına Leylâ yadigârımdır
ŞEREF HANIM -------------------------------------------------------------------------------- 1809'da İstanbul'da doğdu, 1861'de yaşamını yitirdi. Yenikapı Mevlevihanesi kabristanına defnedildiği sanılıyor. Mehmed Nebil Bey'in kızı. Şairi bol ve kültürlü bir ailenin mensubu. Kadirî ve Mevlevî tarikatlarına girdiği biliniyor. Sıkıntılarla dolu bir yaşam sürdü. Padişah II. Mahmud ve Valide Sultan’a yazdığı şiirlerinde bu sıkıntıları anlatır. Geleneksel kalıplar içinde kalan şiirleri sadelikleri ve düzgün anlatımlarıyla dikkat çeker. İlk kez 1867'de Matbaa-i Ãmirane'de basılmış bir divanı var.
ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER
KASİDE
Kasîde-i Bahâriyye der Hakk-ı Müşâriin-ileyh - Berây-ı Ãlî Paşa -
Açıl ey gonce-i zîbâ açıl fasl-ı bahar oldı Hezârın hasret-i dîdâr ile derdi hezâr oldı
Donandı her taraf üşkûfe-i elvan ile yer yer Yine sun'-ı Cenâb-ı Kird-gârı aşikâr oldı
Takarrub edicek teşrifi sultân-ı gülin nâ-gâh Dikildi tûğ-ı şâhî bağ u sahra kânı-kâr oldı
Bahar erdûsını sünbül-teber tebşire geldikde Kurup çadır çiçekle muntazır her kûh-sâr oldı
Bu eyyâm-ı ferah-zâye tahassür çekmeden fulya Sarardı sureta bir âşık-ı zar u nizâr oldı
Meğer neşv ü nema bulmuş şarâb-ı erguvan ile Anın'çün çeşm-i dilber gibi nergis pür-humâr oldı
Görüp zülf-i arûsın ziynet ü dârâtını bî-şekk Civan perçem başa çıktıkda gayet dil-figâr oldı
Benefşe çıkdı her-câyî deyu ifrât-ı ye'sinden Olup sünbül perişan lâle yek-ser dâğ-dâr oldı
Eder şeb-bû ile ay-çiçeği gece safa, mehtâb Görince fûl-ı bahrî yollar üzre hep nisâr oldı
Düzüp zerrin kadehle bezmini çark-ı felek güya Çekildi bir kenâre cümleden sâhib-vakâr oldı
Sarıldı nahl-ı leylâk üzre güya bir çiçekli şal Bakup serv u sünûber bîd-i reşkiyle çinâr oldı
Şakâyıkda görince revnak ü rengi kemâlinde Hasedle zenbakın hep akl u fikri târ u mâr oldı
Bilür erbabı kadrin bak alur göz ile haşhaşa Ki attâr-ı felekden ehl-i keyfe ber-güzâr oldı
Karanfil yâsemen aşkile sîne çak çak etdi Ya her dem tazeye meyi etmede bî-ihtiyâr oldı.
Ne kabil misk-i Rûmî ıtr-ı şâhîyle ola hem-bû Girince araya şimşir bu da'vâ ber-karâr oldı
Bütün ezhâre hâlât-ı hazânı etmeğe ifşa Gelüp kartopu güya tercemân-ı rûzigâr oldı
Bahâriyye temam olduysa da ey hâme güya ol Gazel de söylemek şâirlere çünkim şiar oldı
Yine ey gül-izâr-ı işve vakt-ı âh u zar oldı Bu da'vâya delîl ü şâhid istersen hezâr oldı
Buyur geşt ü güzâr et cümle ezhârı çemen-zârın Kudûmın öpmeğe hep dîde dûz-ı intizâr oldı
Görince bülbülün cûş u hürüsün fart-ı gayretle Benim de seyl-i eşkim ğıbta-bahş-ı cûy-bâr oldı
Gelüp bâd-ı sabâ dedi Şeref geç bu hevâlardan Bu nazmın gerçi evrâk-ı sipihre yadigâr oldı
Ne sarf etdin bahara cevher-i güftârını ancak Sebeb-i asayiş dünyâya bir âlî-tebâr oldı
Edersin medh ol zât-ı şerifi et ki âlemde Senası mahz-ı farz u her sağar ü her kibar oldı
Bu vasfa Hazret-i Alî Emîn Paşa sezadır kim Duây-ı devleti vird-i zeban ü her diyar oldı
Makâm-ı âliyi teşrif edel'den zât-ı ülyâsı Umûr-ı hâriciyye nâzırıyle pür-vakâr oldı
Huzurunda şükûfe şîşesi olmak ümidiyle Ne rütbe şimdi çeşm-i bülbüle bak i'tibâr oldı
Nesîm-i lutfı ğâlibdir bahara ehl-i hâcâtın Nihâl-i maksad u amali hep pür berg ü bâr oldı
Nisâr olmakda gerçi cümleye nakd ü inâyâtın Senin hakkında ise şad hezâr u bî-şümâr oldı
Düşüp ümmîd-i afv ile der-i ihsanına gönlüm Bilür cürm ü kusûrın pây-mâl-i i'tizâr oldı
Kerem-kârâ şeref-sadrâ sipihr-i devlete bed-râ Eğerçi bunda ıtrâ'-ı makâla ibtidâr oldı
Vesîle-cûy idim neşr etdim işte bu bahaneyle Bütün ezhâr bûy-i midhatinden hisse-dâr oldı
Kıyâs olsa yanında bir içim su gibidir nîsân Ki cûd u şefkatin baranı bahr-ı bî-kenâr oldı
Umûrında muvaffaksın o rütbe zanneder herkes Ya Zât-ı Hızr yâ tevfik-i Bari müsteşar oldı
Bekây-ı ömr ü ikbâlindir elbet matlabı halkın Vücûdın mutlaka dünyâya lutf-ı Gird-gâr oldı.
Penâh eden hücûm-ı ceyş-i gamdan olur asude Der-i Devlet-meâbın bir hısâr-ı üstüvâr oldı
Değil fahriyye yazmak gerçi haddim kendi hakkımda Bana Zât-ı Şerifin lîk mahz-ı iftihar oldı
Ederken âh ü feryâd endelib efsâne dinlemez Şeref, başla du'âya gayrı vakt-ı İhtisar oldı.
Akîb-i cemrede her sal meymûn fal dendikce Cihâna feyz-i nevrûzın yeter pertev-nisâr oldı
Riyâz-ı ömr ü câhı haşre-dek her dem bahar olsun Denildikçe yine vakt-ı safay-ı gül-izâr oldı.
(Mefaîlün mefaîlün mefaîlün mefâîlün)
GAZEL
Dildeki dag-i füruzanım ile eğlenirim Geceler kendi çerağınım ile eğlenirim
Ederim züver-i aguse-i hayalim yâri Daima hidmet-i mihmanım ile eğlenirim
Söyletip çektiğini şuh-i cefakarından Sergüzeşt-i dil-i nalanım ile eğlenirim
Komaz avare vü tenha beni manend-i safa Yine derd-ü gam-i cananım ile eğlenirim
Dest-i ahım dokunup saz-i derunun teline Nağme-i nale vü efganım ile eğlenirim
Söyleyip serd-i mihmetle nice taze gazal Şeref eş'ar-i perişanım ile eğlenirim
GAZEL
Dili şuride hayfa yâre, yâr ağyare maildir Bilinmez hikmeti bülbül güle, gül hare maildir
Olursun pür gadab ben arzıhal etdikçe sen emma Cefakârım, mizacın çare ne ağyare maildir
Şikâyet sanma rencü zahmi aşk eyler isem izhar Tabibe haste elbet derdini iş'are maildir
Kaçınmaz şulei didarı yâre can atar daim Benim mürgi dilim pervane âsa nare maildir
İder tahsin nazmı dilküşasın eylesen tanzir Şeref tab'ı selisim böyle hoş küftare maildir
KITALAR
Bir vech ile kabil değil icrayı teşekkür Şâdoldu şeref zar iki yüzden agâh Eüdi beni teltif reis oldu efendim Hem kıldı iki yüz kuruş ita bana her mah ...
Keramet tâ ezelden dadı Hakmış zatına bildim Benim keşfeyledin arzetmeden hali perişanım İkişer yüz kuruş mahiye ihsan eyledin hakka Şeref bir akçeye şayan değilken ey keremkânım ...
Kemalü ömrünü lûtfundan efzun eylesün Mevlâ Cihan durdukça dur sadrında sen ey himmeti Ãli Şeref zatın maaş tahsisi ile şimdi sayende Değildi habbeye malik pür oldu ceybi amali ... | |
| | | msarcan Aktif Üye
Mesaj Sayısı : 69 Kayıt tarihi : 19/03/09
| Konu: Geri: Tanzimattan Günümüze kadın şairler Perş. Mart 19, 2009 3:58 pm | |
| ÃDİLE SULTAN -------------------------------------------------------------------------------- 1825'te İstanbul'da doğdu, 1898'de yaşamını yitirdi. Sultan II. Mahmut ile eşlerinden Zernigar Sultan'ın kızı, Sultan Abdülmecit'in kız kardeşi. Sarayda özel eğitim gördü. Kaptan-ı Derya ve sonradan Sadrazam olan Mehmet Ali Paşa ile evlendi. Önce üç çocuğunu, sonra kocasını ve ardından da genç kızı Hayriye Sultan'ı kaybedince acıya boğuldu. Nakşîbendi tarikatına girdi. Şiirleri 1996'da "Adile Sultan Dîvânı" adıyla yayınlandı. Şiirleri genellikle çocukları, eşi ve kızı Hayriye Sultan'ın ölümlerinden duyduğu derin üzüntüyü yansıtan manzumelerden oluşur. Çağdaşı olan Leylâ ve Fıtnat Hanımlardan daha az başarılı bir şair sayılır. Aruzun yanı sıra hece ölçüsüyle de şiirler yazdı. Türbesi İstanbul Eyüp'te Bostan İskelesi yakınında. İstanbul'da pek çok hayır eseri bıraktı, ayrıca babası onun adına birçok eser yaptırdı. Muhibbî (Kanuni Sultan Süleyman) Divanı’nın basılmasını sağladı.
ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER
GAZEL
Duymayın can ü gönül dostuma pinhan gideyim Akl ü can bana nedir bidil ü bican gideyim
Cismde can gibidir gözde hayâli yârin Nice bir gurbet ü firkatle perişan gideyim
Korı canımda da âşk odını yaktı alevi Yanmak âşk ile beşaret bana üryan gideyim
İderim kat'ı taalluk çü bu can ü tenden O güle bülbül-i can itmede efgan gideyim
Adile Kâ'be-i kulın ideyim şöyle tavaf Arz ide ruyını dildarıma mihman gideyim
GAZEL
Aşktır min-evvel ilâ âhir kevn ü mekân Aşktır gâhî dil ü cânda nihân gâhi ayân
Aşktır eden cemâl-i pâk-i cânâna nazar Aşktır ol gonca gül rûyu için bülbül olan
Aşktır dü-âlem içre cânı yâra vasl eden Aşktır dâim olan hem mahrem-i esrâr-ı cân
Aşktır çün dilde misbah-ı tecellîyi yakan Aşktır bil "küntü kenz" birle miftâh-ı cinân
Aşktır bî-kayd pervâz eyleyip sîmurg-veş Aşktır dost ellerini dâima seyrân eden
Aşktır mir'ât-ı kalbi eyleyen sâf ü celî Aşktır dilde veren nûr-ı ziyâyı her zamân
Aşktır kalbi kılan pür-nûr mihr-i mâh-veş Aşktır şem'-i cemâle karşı pervâne yanan
Aşktır hem saykal-ı mir'at-ı esbâb-ı derûn Aşktır bir âteş-i cân-sûz ey dil sen de yan
Aşktır beyt-i dili meyhâne-i irfân eden Aşktır Leylâları Mecnûn ü ser-gerdân eden
Aşktır fehm ile iş'âr eyleyen derd-i dili Aşktır bak Ãdile çarhı eden keşf ü beyân
GAZEL
Aşkta kanun imiş âşıklara cevr eylemek Ãşık oldur kim cefâ-yı yâre sabretmek gerek
Aşk nâz ü şîve evvel gösterir âşıklara Ãşık ol demde ona cânı fedâ etmek gerek
Ãşıkın ancak murâdı dostunun maksûdudur Çekse de bin derd ü mihnet hep sebât etmek gerek
Arzû-yı dü-cihândan geçmedir aşka nişân Terk-i cân edip reh-i cânâna azm etmek gerek
Ãftâb-âsâ bilip her zerresin nûr-ı safâ Her belâ dosttan gelir kim merhabâ etmek gerek
Havf-ı a'dâ eylemez olan müsellah aşk ile Yanmadan Hakka erilmez pertev-i tevhîd gerek
Nefsle cehd et tecellî eylesin aşk-ı Hudâ Beyt-i kalbi Ãdile ma'mûr ü pâk etmek gerek
TEVHİDE HANIM -------------------------------------------------------------------------------- Doğum tarihi 1847. 1902'de Manisa'da öldü. Babası Turgutlulu Limoncuzade Fehim Efendi. Annesi, İzmirli Sinanzade Ahmet Efendi'nin kızı Tahire Hanım. Manisalı Veznedar Çakmak Hüsayin Efendi ile evlendi. Bir kızları oldu. Kızını ve ardından kocasını kaybetti. Mevlevi tarikatına girdi. Şiirini annesi, kızı ve kocasını art arda kaybetmenin acısı etkledi. Bir divanı var. 1881'de yazıldığı tahmin edilen bu divanda kendi yaşamından ve Manisa'dan izler bulunur. Tevhide Hanım'ın önemi yaşadığı çağın coğrafyasını, insanlarını, kültürü ve günlük alışkanlıklarını yansıtmasıdır. Divanı Gürol Pehlivan, Bülent Bayram ve Mehmet Veysi Dörtbudak hazırladı. Manisa Belediyesi'nin desteğiyle yayınlandı.
ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER
GAZEL
Çeşmime göründü âh bir peri âlicenâb Dün gece verdi ziyâ 'aleme ol âfitâb
Ãhir çeşmime ben de âh bin cân ile müştâk iken Setrine sây eyleyip rûyına çekmiş nikâb
Piyâde gezmiş yorulmuş terlemiş ol meh-likâ Seyr eyledim rûyundaki damlayan sanki gül-âb
'Ahdinde kılmaz vefâ va'dinde hiç durmaz imiş Teşbihi etdim meşrebin sanki bir dönme dolâb
Zihnini topla Tevhîde olma o bahrin gavsi Pirâhenden girîbânın alıp geri çekil yab yab
GAZEL
Senin mecburunum hâlâ inanmaz mısın ey şûh Benim yandığım nâra 'aceb yazmaz mısın ey şûh
Dün gece ağyâr ile lâdest tutup aldanmışsın Kuluna nevbet gelince aceb aldanmaz mısın ey şûh
Gidip gülzara da'im sen edersin zevk 'alemle Gelip hatıra ismim bir gün anmaz mısın ey şûh
Cevr cânına yetmiş câna yine bilmem aceb Çekerek cefasını usanmaz mısın ey şûh
Dün gece Tevhîde-zârın rahm edip hâline sen Verdiğin ikrârdan 'aceb dönmez misin ey şûh
DESTÃN-I MAĞNİSA
Takrîr edem dinle nedir hâli Mağnisa'nın Söyleyim bak nedir ahvâli Mağnisa'nın Düğünde bayramda atlas hâre giyerler Bozulmaz yeşili alı Mağnisa'nın
Mağnisa'nın içinde evliyâsı çok Mescidi camisi medresesi çok Hâfızı mütedâ müderrisi çok Okur bülbül gibi dili Mağnisa'nın
Etraf köyden şehirlerden gelirler Handa hânelerde misâfir olurlar Sultân Camisi'ne sâf sâf dururlar Altın kemerlidir beli Mağnisa'nın
Sultân Nevrûz günü Mesir saçarlar Cem olup cümle halk avuç açarlar Mollalar imâretden çorba içerler Her şehre ulaşır eli Mağnisa'nın
Ãşıklar pîrine eyler niyâzı Dere Kahvesi'ne asarlar sazı Karşısında bülbül eyler avâzı Açılır baharda gülü Mağnisa'nın
Ulu Cami'nin vurur çanlı sa'ati Herkes vaktini bilir bulur râhatı Tüccarların budur dâim adeti Elden ele gezer malı Mağnisa'nın
Bahar vakti gelir bülbül sadâsı Vardır erenlerin anda du'âsı Kışın kar ile dolar dağı ovası Akar boz bulanık seli Mağnisa'nın
Çölünde Karaca Ahmed Sultân hazırken Üstünde Saruhan Baba nâzırken Sağda Hâki Baba solda Kırtık Sultân vezirken Deftede kayd olmaz vebâli Mağnisa'nın
Cümle eknâf çâr köşeden gelenler Her birisi bir işe memur olanlar Kazanıp kârında bereket bulanlar Gitmez gözünden hayâli Mağnisa'nın
Beldemiz üstü dağ önü mesire Bahar gelince cümle çıkarlar seyre Gel bunca evliyâları ziyâret eyle Şimdi çimendiferdir yolu Mağnisa'nın
Tevhîde sözünde hilâfın yokdur Tatlıdır kavunu karbuzu çokdur Karına kaymağına hiç sözüm yokdur Namdadır yağ ile balı Mağnisa'nın
ŞARKI
Sana ne diyem ne söyleyem âh sana Bir himmetin yok imiş eyvâh sana Ederim bir âh-ı cân-gâh sana Gayri bundan sonra âlem bir yana
Eyledin sen beni kendine meftûn Cevrin etdi dîdemi âb-ı Ceyhûn Serim sevdâya saldın aklım Mecnûn Gayri bundan sonra âlem bir yana
Hevâ-yı zülfün ile hâlim tebâh Kalmadı âşıklığıma iştibâh Bir onulmaz derde düşdüm vâh bana vâh Gayri bundan sonra âlem bir yana
Tîg-i hicrin hiç vermedi arayı Sînemde açdı nice pin yarayı Yazık etdin Tevhîde-i bîçâreyi Gayri bundan sonra âlem bir yana
ŞARKI
O yâr bana kaşın çatdı Elemim var elemim Câh-ı mihnetde bıraktı Kederim var kederim
Çehr ile dün yâr geçdi Kadehde kanımı içdi Ciğerde yâreler açdı Veremim var veremim
Dün meclisde iken dildâr Beni geçmiş yâre ağyâr Kendi ruhsât eylemiş yâr Haberim var haberim
Gül koklamam gül üstüne Kişi kıyar mı dostuna Lâkin ağyârın üstüne Seferim var seferim
Tahammülüm yok ne çâre Yüz vermesin ağyâre Arz-ı hâl yazmağa yâre Kalemim var kalemim
Tevhîde bu meylim hele Ben şöyle verdim dilbere Vaz gelmem tâ be mahşere Yeminim var yeminim | |
| | | msarcan Aktif Üye
Mesaj Sayısı : 69 Kayıt tarihi : 19/03/09
| Konu: Geri: Tanzimattan Günümüze kadın şairler Perş. Mart 19, 2009 3:59 pm | |
| FERİDE HANIM -------------------------------------------------------------------------------- 1837'de Kastamonu'da doğdu. Kasmatonu ulemasından Bahar Zade Hammami Mehmet Reşit Efendi'nin kızı. İlk eğitimini
medresi öğretmeni olan babasından aldı. Arapça ve Farsça öğrendi. Güzel yazı'ya yani "hat"a merak saldı. Bolulu İzzet
Paşa'nın divan katipliğini yapan Ali Raif Efendi ile evlendi. İstanbul'a taşındılar. Feride Hanım 25 yaşında iken eşini kaybetti.
İstanbul'dan Kastamonu'ya giderek yaşamını burada tamamladı. 1903'te öldü. Şiirleri arasında epey yer tutan
Muhammediye'leri ile tanınır.
ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER
BEYİT
Duhterine böyle ider mi mâderi söyle bana Görmedim billâh cihanda böyle bir âzâr ana
GAZEL
Ah kim çıkdı elimden koynumun zer saati Hasretile kalmamışdır gönlümün hiç rahatı
Yâdigar-ı yâr idi doğru gider gamhar idi Yirmibeş yıldan beru itmiş idim ünsiyeti
Zer gibi zerd ola ruyi hem ayarı nakş ola Mekr ile biganeler ger eyledise sirkati
Yelkavan veş ruzü şeb zevki içün çeksin taab Soksun akrebler vücudın göre rencü mihneti
Kıldı rekkası felek çerh gibi sergerdan beni Nice dolaplar ile virdi bana çok zahmeti
Yetdürür zinciri zülfü yâr ile bend olması Kayd olup derdü game çekmekden ise firkati
Ben Feride veş gamü mihnetle ferdim dehrde Geçmedi alâmsız biçarenin bir saati
(Kocasının ölümü üzerine yazdığı gazel)
GAZEL
Ãşık isen salika âyine-i didare bak Masıvanın zulmetinden kurtulub envare bak
Dürri pendin guşuna menguş idersen ey gönül ..... den dembedem keşf olunan esrare bak
Masıvanın kesretinden fariğ ol itme nizâ Hazreti şeyhin tutub destin heman bu kâre bak
Na'rei sırrı ....dan haberdar olmağa Ãşk yolunda terki can etmiş olan berdare bak
Talibi âşkı hakikat buldu encamı necat Ey Feride sen heman ihlâs ile ezkâre bak
(.... okunamayan sözcükler)
HATİCE NAKİYE HANIM -------------------------------------------------------------------------------- Müneccimbaşı Osman Saib Efendi'nin kızı. 1846'da ikiz kardeşiyle birlikte dünyaya geldi. Sıbyan mektebinde okudu. Annesini
küçük yaşta kaybetti. Teyzesi tarafından büyütüldü. Darülmuallimat'tan mezun oldu. Yenikapı Mevlevihanesi müritleri arasına
girdi. Ali Fuat Bey'in Maarif Nazırlığı döneminde Darülmuallimat'ta öğretmenliğe başladı. Farsça ve tarih öğretti. Lügati Farısiye
sözlüğünü hazırladı. Bir süre Mısır'da kaldı. Sultan Mehmet Reşat döneminde bazı şehzade ve sultanlara öğretmenlik yaptı. II.
Abdülhamid tarafından Şefkat Nişanı ile ödüllendirildi. 1899da yaşamını yitirdi. Yenikapı Mevlevihanesi Çınaraltı Kabristanı'nda
toprağa verildi. 40 kadar gazel, methiye, şarkı, müstezad, tahmis, terci-i bend ve kıt'a yazdı. Döneminin kadın şairlerinden
Şeref hanımın yeğeni idi. Onun divanının ikinci basımını hazırladı. Dergilerde dağınık halde olan şiirleri derlenemedi. Bir bölümü
Türkçe olan bu şiirlerden bazıları kardeşi Nebil Bey’in Divan’ının sonunda, bir kısmı da Ahmet Muhtar Bey tarafından
yayımlandı. Hiç evlenmedi.
ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER
GAZEL
Bir gamze hun rize şikâr oldu bu gönlüm Şeb ta seher aşuftevü zar odu bu gönlüm
Bir çaresi yok derde giriftar olub eyvah Bir gonce içün âleme har oldu bu gönlüm
Gülçini visal olmak içün bağı tarabda Bir bülbüli şurideye yâr oldu bu gönlüm
Gülşende edüb nağmei bülbül ana tesir Feryad ile manendi hezar oldu bu gönlüm
Geçdi neyü meydan işidüb savtı hezarı Medhuş olarak maili zar oldu bu gönlüm
Rüyet hevesile Nakiyye bir kez o şuhu Akdamı rekibane gubar oldu bu gönlüm
ŞARKI (Hezlamiz)
Olamaz bir kimse hem halin senin Yokdur eşşeklikde emsâlin senin Geçmede lanet ile salin senin Yokdur eşşeklikde emsâlin senin
Benzemez etvarü halin âleme Gelmemiş mislin vücudi âdeme Kendine âdemlik isnad eyleme Yokdur eşşeklikde emsâlin senin
Namını yâdeylemez emma beşer Rekş eder efkârına gâvanü har Sözlerin hayvanları hayran eder Yokdur eşşeklikde emsâlin senin
Anırırken sen o savt ile heman Hep gelir şevka güruhi merkeban Ursalar şayan sana al bir palan Yokdur eşşeklikde emsâlin senin
KOŞMA
Eyvah aşkınla yandım Sonra cevrinle kandım Aldandım sözlerine Seni vefalı sandım
Ver bir dolu içeyim Gör aşkınla niceyim O mahmur gözlerinden Ben nasıl vaz geçeyim
Kadehler durmasun boş İçüb olalım serhoş Çünki ağyar sözünden Yâr ile aram bir hoş
Şimdi dil biçaredir Aklım pek âvaredir Ayrılık ateşinden Ciğerim pür yaredir
Sinemi hicri dağlar Gözlerim irmakdır çağlar Nakiyye'nin halini Gören kâfirler ağlar
SIRRÎ HANIM -------------------------------------------------------------------------------- 1814'te Diyarbakır'da dünyaya geldi, 1877'de öldü. Edirnekapı Otakcılar Mahallesi'nde Kadiri Dergahı kabristanına defnedildi.
Asıl adı Rahile. Diyarbakır Hanedanı'ndan Ahmed Bey'in kızı. Kültürlü bir ailede büyüdü. Divan kültürüyle yetişti. Tahir Zade
Bekir Ağa ile ilk evliliğini yaptı. Bir süre Bağdat’ta yaşadı. Daha sonra İstanbul’a geldi. Yusuf Kâmil Paşa konağının
şiir-edebiyat sohbetlerine katıldı, paşanın eşi Prenses Zeynep ile dost oldu. Kâmil Paşa ile evlendiği söylentisi de var. Kızının
ölümü üzerine yazdığı içli bir mersiye ile tanınır. Bir divan oluşturacak kadar şiiri var.
ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER
GAZEL
Şahbazı kuds olan mesture şeklin göstürür Mahremi sultan ekser dûr şeklin göstürür
Saykal ol mir'atı kalbe masiva fikrin bırak Jenk olunca ayine meksur şeklin göstürür
Şer çekerse tâ semaye suzi dilden dûdi âh Mahitab olur felekde nur şeklin göstürür
Dehri duni bisebate dil viren divaneye Mesti bibaki elest mahmur şeklin göstürür
Ayni ibretle alan her bir varakdan bir sebak Nevbehar eyyamıdır zünbur şeklin göstürür
Tâ ezelden Sırrî hakikatden dili, agâh olan Başü can terkin kılub Mansur şeklin göstürür
GAZEL
Mürği dil pervaze geldi lâneler ağlar bana Çıkdı zünnarım bu kez humhaneler ağlar bana
Ãşinalar tanı senk endaz olurlar her taraf Vâkıf olsa halime bigâneler ağlar bana
Ketmi güc, izharı güc bir derde oldum mübtela Darusın bilmez tabib kâşaneler ağlar bana
Kâsei mizabı sâkiden içüb mest olmuşum Halime agâh olan mestaneler ağlar bana
Sırrî bir viranedir bir gence irdin misli yok Hasbihalim söylesem divaneler ağlar bana | |
| | | msarcan Aktif Üye
Mesaj Sayısı : 69 Kayıt tarihi : 19/03/09
| Konu: Geri: Tanzimattan Günümüze kadın şairler Perş. Mart 19, 2009 4:01 pm | |
| MÜNİRE HANIM -------------------------------------------------------------------------------- 1818'de sadrazam olan Mehmet Derviş Paşa'nın kızı. 1825'te doğdu, 1903'te İstanbul'da öldü. İyi bir eğitim gördü. Özel öğretmenlerden Arapça, Farsça dersleri aldı. Müştak Efendi'den edebiyat öğrendi. Kerbela Mutasarrıfı Ali Rıza Paşa ile evlendi. Yenikapı Mevlevihanesi şeyhi Osman Salahüddin Dede'nin müritleri arasına girdi. Çoğunlukla Mevlevi övgüleri yazdı.
ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER
GAZEL
Aşktır tesliyyete her lâhza bais âdemi Aşksız mümkin mi çekmek ger mü serdi âlemi
Görmedim hiç kimseyi memnunı ayşi ruzgâr Bulmadım bir ferdi kim olsun şuunun hurremi
Macerayı ömrü yâdettikçe her bir anının Fikrimi işgal ider bince sürurü matemi
İtme ey akıl teessür lûtfü kahrı çerhden Gayeti şadide, mihnetde olurmuş göz nemi
Arzıhal itmem Münire, gayriye Allahdan Ehli halin var ise Allah gerekdir mahremi
GAZEL
Macerayı aşkı levhi dilde tasvir eyleriz Berkı suzı ah ile çerhı alevgir eyleriz
Biz güruhi âşikanız gülsitanı dehrde Bülbüle adâbı dersi aşkı takrir eyleriz
İtmeyiz minnet, cihanın Hüsrev ü Dârasına Kârımız vabestei sultanı takdir eyleriz
Bendei âli abâyız her seher müjgânımız Hakirubi barigâhı hazreti pir eyleriz
Sayei Mollayi Rumide Münire, fakrile Kendimiz mülki kanaatde cihangir eyleriz
MÜSTEZAD
Dün bastı ayak meclise mestane o âfet Ol kânı letâfet Aldırdı bütün aklını erbabı firaset Hiç kalmadı takad
Zülfi gibi itdi beni eyvah perişan Aşüfteü hayran Yârab, bu ne kaşdır, bu ne gözdür, bu ne halet Bu hüsn, bu kamet
Bir kimseye bir nim nigâh eylese ol mah İmdad ide Allah Çeşmanı siyahile ider ömrünü garet Bicürmü cinayet
Benden neden ey gevheri gencinei ismet Kat eyleyüb ülfet Gayrile idersin dün ve bugün akdı meveddet Pakize muhabbet
Ol yâre demem yar ki yar ide rakıbi Har ide habibi Arif olana matlabı tarife ne hacet Yok bende semahat
Sen şemi dil efruzı seraperdei cansın Hoş ruhı revansın İsmet gibi pakizelik âlemde olur mu Tarife gelür mi
Haffaş edemez neyyiri nevare rekabet Ger kopsa kıyamet
FITHAT HANIM (Trabzonlu) -------------------------------------------------------------------------------- 1842'de Trabzon'da dünyaya geldi. Trabzon Valisi Hazinedar Zade Vezir Abdullah Paşa'nın kızı. 3 yaşındayken ailesiyle İstanbul'a taşındı. Özel öğretmenlerden ders aldı. Genç yaşta evlendirildi. Kısa süren bu ilk evliliğinin ardından Bahriye Nezareti mektupçusu Mehmet Ali Efendi ile yeniden dünya evine girdi. İlk evliliğinden, "İlk zevcim beni o kadar kıskanırdı ki güzel giyinmekten, şiir yazıp okumaktan bile men ederdi. Hatta, "kirpiklerinin uzunluğu gözlerine pek çok letafet veriyor diyerek kirpiklerimi keserdi" diye şikayet ettiği biliniyor. Fitnat Hanım'ın şair yönü ve şiirleri Süleyman Nazif Bey tarafından keşfedilip edebiyat dünyasına tanıtıldı. 1911'de İstanbul'da yaşamını yitirdi ve Edirnekapı Mezarlığı'na defnedildi.
ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER
GAZEL
Sernığun etdi felek asâyışım peymanesin Çünki dilşad eylemez neşveyle ben mestanesin
Azmi suyi meykede elvermedi çekdim ayağ Başına çalsun heman ol bivefa demhanesin
Ayşü nüşu suhbeti değmez anın hiç bir pula Neylerim zilli serab asâ şu mihman hanesin
Cura nuşi bade'i eltafı olmakdır muhal Bendegân terk etmesün mı meclisi şahanesin
Vadü alâmu gamda kaldım ey sakil dehr Mahrem etdi yâr zira meclise bigânesin
Şema'i suzane hacet kalmadı çünki yeter Ateşi cevrinde yakdı âkibet pervanesin
Pertevi camı cemim dâra ile fahr eylesün Badezin yad etmesün Fitnat gibi divanesin
MUHAMMES
Etme rağbet düşmeni bed kâre Allah aşkına Verme fursat öyle her mekkâre Allah aşkına Olmasun mahrem rakib esrare Allah aşkına Sen edersen razıyım azâre Allah aşkına Kıl mürüvvet verme yüz ağyare Allah aşkına
Kapladı miratı kalbim ol kadar jenki melal Bisteri gamda yatub derdinle oldum bi mecal Hasreti didarın ey meh eyledi pek hasta hal Öyle zar oldu tenim gelse ecel bulmak muhal Ben şehidi gamzenim bir çare Allah aşkına
Ey tabibi canü dil rahm eyle bu bimarına Muntazırdır göz göz olmuş zahmler tımârına Bari bir gün mazhar eyle mihrı lütf âsârına Desti lütfunla deva kıl hasta'i nâçarına Merhemi kâfur ister yâre Allah aşkına
Hey ne sihre etdin bana ol çeşmi cadular ile Eyledin aklım perişan zülfi şebbuler ile Şaneveş sad çâk sinem fikri giysular ile Pâre pâre eyleme müjganü ebruler ile Yine zahm açma reki bimare Allah aşkına
Kalmadı dilde tehammul gayri derdi fırkate Eyle mahrem sevdiğim bir kere bezmi vuslate Sun lebi can bahşını bu mübtelâyı mihnete Lali nabzın ile can ver nâ ümidi sıhhate Son nefesde bi meded nâ çare Allah aşkına
Servi kaddin sureti ayrılmaz aslâ dideden Rühların gitmez hayâli hatırı rencideden Nev nihâlim kaçma lütf et âşıkı gamdiden Saklama gel ruyıını bir bülbüli şurideden Arzı didar eyle ey mehpare Allah aşkına
Gamzeler kim tabı meyden kâh hun âlud olur Lâhzada bin âşıkı aşüfte dil nâbud olur Nazre'i hışmın dahi ihsandan madud olur Her nigâhın âfeti can, dil yine hoşnud olur Ne belâye düşmüş ol âvâre Allah aşkına
Jenki gamden saf eyle sevdiğim ayineni Kıl çerağı bezmi vaslın âcizi bi kîneni Şöyle dilsuz eyledi bu bende'i dirineni Sine sin yandı sine görmeyelden sineni Merhamet kıl Fitnatı gamhare Allah aşkına
HABİBE HANIM ------------------------------------------------------------------------------- 1846'da Hersek'te dünyaya geldi. Osmanlı'nın en son Hersek veziri olan Rizvanbegoviç Galip Ali Paşa'nın kızı. Hersekli Arif Hikmet'in halası. Genç bir kızken ilesiyle bilikte İstanbul'a geldi. İlk evliliğini İstanbul'da Mehmet Mehdi Efendi ile yaptı. Daha sonra Konya Defterdarı Numan Efendi ile evlenip Konya'ya gitti. Ancak ikinci eşiyle de anlaşamadı. Boşandıktan sonra İstanbul'a döndü. 1892'de yaşamını yitirdi. Topkapı Mezarlığı'nda toprağa verildi. Konya'da yaşadığı sürede Mevleviliğe ilgi duydu. Mevlevilere katılıp "sikke puşı melâmet" olduğu söylenir.
ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER
GAZEL
Ciğerde tigi gamzen zahmi varken atma peykânın Yeter ey kaşı yay artık yeter debretme müjkânin
Nigâhi mestine cânâ ki şayan gördün agyarı Yine nev yâreler açdı deruna tigi hicrânın
O gafil bihaber nâdan aduye hemdem olmuşsun Visalinden bizi dur eyledin var olsun ihsanın
Ümidi merhamet kılmak abestir senden ey kafir Seni bidin demişlerdi ezelden yoktur imanın
Habibe bi deva derdden helas olmak da müşkildir Ümid etmez esiri derd olanlar gayri dermanın
HASİBE MAİDE HANIM -------------------------------------------------------------------------------- 1830'da doğdu. Mirliva Bekir Paşa'nın kızı. Evkaf Nazırı Hacı Said Efendi'nin oğlu Zabıta Meclisi Reisi Atıf Bey'le evlendi. 1881'de yaşamını yitirdi. Beşiktaş'ta Yahya Efendi Dergahı Kabristanı'na defnedildi. Beşiktaş Mevlevihanesi Şeyhi Nazif Efendi'nin müritlerinden. Döneminin saygı gören, terbiyeli hanımlarından. Şiirlerinde imale ve zihaf kusurlarına rastlanmasına rağmen anlam yönüyle güzel bulunur. Bir divançesi olduğu biliniyor. Bir divan dolduracak sayıdaki şiirlerinin ölümünden sonra yakınları tarafından Konya Kütüphanesi'ne gönderildiği söyleniyor.
ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER
GAZEL Eyledim hali dili bimarım ol sultane ars Hasta eyler görse elbet derdimi Lokmane arz
Zülfüanün her tarına bağlandı gönlüm şübhesiz Eyledi zenciri aşka kendini divâne arz
Çok mu olsa şulei rahsarına canım fidâ Şem'ine her şeb eder öz canını pervâne arz
Gösterüb sînemde dağım dilde yarem hâsılı Macerayi aşkı ettim ol şehi hubane arz
Etmesem tâciz eğer bu nâlei cangâhtan Maide her dem ederdim halimi cânâne arz
ŞARKI
Gülşeni şek içre hezar olmadı Nâfile gönlümce bahar olmadı Beklediğim leylü nehar olmadı Talii nasaz bana yâr olmadı
Kendime hemdem edinip fırkati Zevku safâda ederim mihneti Her ne kadar ettim ise gayreti Talii nasaz bana yâr olmadı
Uğraşırım ahı sehergâh ile Bahtı siyahım gibi bedhah ile Ben ya nasıl ağlamayım ah ile Talii nasaz bana yâr olmadı
Dilde elemler var iken şubhu şam Maide'i zar olmaz şadgâm Neylesin avare gönlüm vesselam Talii nasaz bana yâr olmadı
HATİCE İFFET HANIM -------------------------------------------------------------------------------- Diyarbakır'da doğdu. Doğum tarihi bilinmiyor. 1860'ta yine Diyarbakır'da öldü. Behram Paşa Camii yanındaki kabristana defnedildi. Ahmed Bey'in kızı, Diyarbakır ulema ve şuarasından Azmi Zade Mehmed Efendi'nin eşi. Yine Diyarbakır ulemasından Şaban Kânî Efendi ile şiir ve edebiyat sohbetleri yapar, takdirini kazanırdı.
ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER
GAZEL
Çünki agehsin gönül sırrı nihan lâzım sana Varlığı mahv eyleyib terki cihan lâzım sana
Sen adem sehralarında bir güzel şehbaz idin Şimdi damı hestiye düştün figân lâzım sana
Damı cisme düşmeden Mevlâyı bulmakdır garez Razı aşkı bâdezin etmek ıyan lâzım sana
Cümle benlikten geçib mahvı üvcude ermeğe Hanikahı aşkta pirimuğan lâzım sana
Feyzi istidad sende zâhir oldu İffeta Her cihet şimdengeru darülâman lâzım sana | |
| | | msarcan Aktif Üye
Mesaj Sayısı : 69 Kayıt tarihi : 19/03/09
| Konu: Geri: Tanzimattan Günümüze kadın şairler Perş. Mart 19, 2009 4:03 pm | |
| LEYLÃ HANIM (Saz) -------------------------------------------------------------------------------- 1850'de İstanbul’da doğdu. 1936'da yaşamını yitirdi. Edirnekapı Şehitliği'ne defnedildi. Hekimbaşı İsmail Paşa’nın kızı.
Babasının görevi nedeniyle çocukluk çağında yedi yıl kadar sarayda kaldı, iyi bir eğitim aldı. Sultan Abdülmecit'in kızı Münire Sultan'ın maiyetinde kaldı. Şairliğinin yanı sıra bestekârlığı ile de tanınır. Rumca ve Fransızca öğrendi. Medeni Aziz Efendi ve Nikogos Ağa'dan klasik Türk müziği dersleri aldı. Babasının İzmir valiliği yaptığı dönemde Vilayet Mektub-i Muavini Giritli Sırrı Efendi'yle evlendi. Eşinin Pizren, Tuna vilayetlerindeki mektupçuluk görevleri ve Trabzon, Kastamonu valiliği nedeniyle buralarda yaşadı. İki yüze yakın beste yaptı. Bu bestelerin çoğu günümüzde de dinleniyor. Fıtnat Hanımla birlikte dergilerde açık imzası görülen ilk kadın şairlerden. Şiir yazmaya 16 yaşında başladı. Divan geleneğinin bir izleyicisi olarak yazdığı şiirlerini Solmuş Çiçekler adlı kitapta topladı. Saray çevresini ve âdetlerini anlatan anılarıyla da ünlü. İlki bir yangında yok olan anılarını ikici kez yazmak zorunda kaldı. Bunlar 1920'de Vakit gazetesinde yayınlandı ve çok ilgi çekti. Fransızca'ya çevrilerek basıldı.
ESERLERİ: Solmuş Çiçekler (Şiir 1928)
ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER
GAZEL
Nesi var sanki şu dehrin eleminden başka Nesi var kahr ü azab ü siteminden başka
Yâr canım diye pür rahm ü vefa sandığımın Görmedin lütfunu vâ'd-i kereminden başka
Runüma olmadı ayine-i pür jenk-i hayat Bana bahtım ile tesir-i gâmından başka
Nesvedar olmadı gönlüm feleğin bezminde Kalmadı çekmediğim câm-i ceminden başka
Dilberimde şu cihan bağını gördüm geçtim Sevmedin bir çiçeği gonca feminden başka
Duymaz oldum bu tarâb-gâh-i emelden bir ses Kırılan saz-i dilin son nâ-gâmından başka
Beni peyrevliğe teşvik iden olmaz Leylâ o sühan saz-i Nazif'in kaleminden başka
GAZEL
Aksi hüsni yâr, eşki çeşmi biferden geçer Fülki gevherdir o, gûya Bahri Ahmerden geçer
Yekden olmak isteyen ol gül bedenle ey gönül Pirehen veş sînesin çak eyleyüp serden geçer
Bak bu lûbetgâhı dehrin ruzü şeb mihrü mehi İki tıflı nazenindir sanki çenberden geçer
Kametin seyreleyen Tuba'ya eyler mi nigâh Lâ'li can bahşin emen elbette kevserden geçer
Sanma tesir eylemez Leylâ o senkin tıynete Naveki âhı derun puladü mermerden geçer
ŞARKI
Geçen şimdi bu yerden bâdı ömri bikararımdır Demadem çağlayan eşki duçeşme girye barımdır Değildir lahni bülbül, bu enini kalbi zarımdır Açıl ey göncei ümmid açıl ki son baharımdır
Açıl da çeşmi cana bari bir rengi vefa göster Sen îsal it meşamı kalbe bir buyı safaperver Bu gün güldür beni yoksa sabahı haşrı kim bekler Açıl ey goncei ümmid açıl ki son baharımdır
NİGÃR HANIM -------------------------------------------------------------------------------- 1856'da İstanbul'da doğdu. Macar Osman Paşa'nın kızı. Kadıköy Fransız Mektebi'ndeki öğreniminden sonra özel hocalardan edebiyat, Arapça, Farsça ve musiki dersleri aldı. Çok iyi piyano çaldığı ve sekiz lisanda konuştuğu biliniyor. Abdülhak Hamit, Recaizade Mahmut Ekrem etkisinde şiir ve düzyazılar yazdı, çeviriler yaptı. Şiirlerinin bir bölümü "Uryan Kalp" takma adıyla Servet-i Fünun dergisinde yayınlandı. Bu şiirler, umutsuzluk, acı ve keder dolu oluşlarıyla dikkat çeker. Yaşadığı dönemde ilk örnekleri verilen Milli Edebiyat akımına katılmadı. Hece ölçüsüne ve dilde sadeleşmeye karşı çıkan görüşleriyle çağdaşı gelişmelerin uzağında kaldı. Batılı Türk edebiyatının bir kadın kaleminden çıkan ilk şiir kitabı "Efsus"u yazdı. "Elem teraneleri" diye adlandırdığı şiirleri, döneminde kadınlara yazma ve yayımlama cesareti verdi, erkek yazarlar üzerinde de önemli etki yaptı. Tanzimat ve Servet-i Fünun arasında bir "ara nesil" şairi sayılır. Evindeki edebiyat sohbetlerinde kadın-erkek, Batılı-Doğulu konukları ağırlayan bir entelektüeldi. Döneminde kadının sosyal hayattaki yerinin değişmesi gerektiği görüşüne öncülük etti. Giyim-kuşamı, konuşması, davranışlarıyla kendini topluma kabul ettirdi. Hanımlara Mahsus Gazete'nin başyazarı. 2. Abdülhamid tarafından Şefkat Nişanı ile ödüllendirildi. Parlak yaşantısı, ilerleyen yıllarda derin bir yalnızlığa dönüşünce umutsuzluğu ve kederi arttı. Hayatını, elemlerini, ümitlerini anlattığı günlükleri yayınlanmadan yıllarca Aşiyan Müzesi'nde bekledi. 1918'de İstanbul'da yaşamını yitirdi. Yazıldığı dönemde oynanan (1912) fakat basılmayan Gırive adlı bir oyunu da var.
ESERLERİ:
ŞİİR: Efsus 1 (1886) Efsus 2 (1890) Nîrân (1896) Aks-i Sada (1900) Safahat-ı Kalb (1901) Elhan-ı Vatan (1916, bir bölümü düz yazı)
OYUN: Tesir-i Aşk (ölümünden sonra, 1978)
ANI: Hayatımın Hikayesi (1959) -------------------------------------------------------------------------------- ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER
BİR DAHA SÖYLE
Yegane sevdiğin âlemde ben miyim simdi? Sahih ben miyim artık muhatab-ı askın? Bütün o hiss-i amik-i fuad-ı pür sevkin O ibtila-yi ezel, o alaik-i ebedi Benim mi şahsıma mahsur? Bir daha söyle. O sanihat-ı hazinin, o beyyinat-ı gâmın Sahih, mülhimi hep ben miyim, bugün söyle. Tahassüsatını, efkarını bütün söyle. Getir şu kalbime dök varsa sevdiğim, elemin Eden nedir seni rencud Bir daha söyle. | |
| | | msarcan Aktif Üye
Mesaj Sayısı : 69 Kayıt tarihi : 19/03/09
| Konu: Geri: Tanzimattan Günümüze kadın şairler Perş. Mart 19, 2009 4:04 pm | |
| MAKBULE LEMAN -------------------------------------------------------------------------------- 1865'te İstanbul Beşiktaş'ta dünyaya geldi. 1898'de Göztepe'de yaşamını yitirdi. Eyüp'te Siyavuş Paşa Türbesi'ne defnedildi.
Yenileşme döneminin Nigâr Hanım'la birlikte önemli şairlerinden. Saray Kahvecibaşısı İbrahim Efendinin kızı. Bir görüşe göre Rüşdiyede okudu, sonra özel dersler alarak yetişti. Beşiktaşlı Berberbaşı Zade Sadaret Mektubi Kalemi Müdür Muavini Mehmed Fuad Bey ile evlendi. Bir dönem Hanımlara Mahsus Gazete’nin baş yazarı. II. Abdülhamid tarafından Şefkat Nişanı ile ödüllendirildi. Ömrünün son on dört yılını tedavisi imkânsız bir hastalığın esiri olarak yatakta geçirdi. enemeler, hikâyeler de yazdı. Sağlığında yayımlanan şiirlerinin sayısı on iki. Bunlar tür yrımına gidilmeksizin Makes-i Hayal (1896) adıyla bir araya getirildi. Ölümünden sonra bu eser, eşi tarafından, Makbule Leman hakkında yazılanlarla birlikte ikinci kez bastırıldı.
ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER
MÜNACAT
Ey lûtfi azîm Zülcelâlim Malûm sana şu gâmlı hâlim Mihnetle ne rütbe bîmecalim Takririne yoktur ihtimalim Malûm sana şu gâmlı hâlim
Mekşuf sana bütün melâlim Ey kâşifi cümlei hafaya Darusi bulunmuyor da asla Etmekde maraz, vücudüm ifna Bir sende ümidi şevki balim
Pek müdhiş olur derim zevalim Etmese zevale derdü illet Fikrimce iki garibi elbet Berbad kılar bu hicrü firkat Bir sahibi mâderü iyalim
Ey Haliki Mutlakı Avalim Esrarın eder ukuli nâçar Raftarü hiram içinde âsar Bir yekli letâfet eyler izhar Emrinle mevasiminde daim
Vaktinde açar bütün çiçekler İhtar kim eyliyor nihani Gûya ki bahar imiş zamanı Meşşatei nuri hüsnü ani Kim etti baharı ya mübeşşer
Baran olarak inen zemine Göklerdeki renk renk sehaib Yerden mi çıkar göke acaib Ya kimdir olan o hake sahib Mensub İlâhî âlemine
Tarikiî leyl içinde tâban Bak kevkebü mahi ruhperver Derler şu sebeple lem'a küster Hurşid imiş eden münevver Hurşide kim etti nuri ihsan
Sensin veren intizamü darat İnşad buyurdun cihane Ey sahib olan cismü câne Mâruz ise can imtihane Şâyan değil midir mükâfat
Etmekde celâletin Efendim Emvatı beka içinde ihya Bir şey mi bana cihanda hâşâ Bir taze hayatı sıhhat ita Bir haste zaifi müstemendim
ANNE
Anne inleyen bir ney, anne hicrandan yumak Gözleri buğulu, nemli ve her zaman zâr zâr... Kaderidir annenin ocaklar gibi yanmak Hep hüzünlü eser onun ikliminde rüzgar. Kuşlar gibi titrer o güneş yüzlü nevhayâl Sîmasında alacakaranlık endişesi... Her mevsim ayrı bir ıstırap, ayrı bir melâl; Dilinde özleyişlerin sihirli bestesi...
Sînesi sımsıcak, çehresi de îmâlıdır Semtinde herdem bir büyülü râyiha eser. Duyguyla süzülmüş gözleri hep hummâlıdır Altın şakaklarında sarı güller gibi ter.
Rahmet-zahmet iç içe.. bilmez geçen zamânı Ne yazları, ne kışları, ne renkli bahârı Ne gurûbu ne de şafağın söktüğü ânı Her zaman duman dumandır o nazlı efkârı...
Bir kuluçka gibi sancılı gecelerinde Hep şefkatle çarpan kanat sesleri duyulur... Amansız hislerin öldüren pençelerinde Yüreği bir matkap salınmış gibi oyulur.
Elemi çok olsa da şekvâsı işitilmez Bir Eyyûb sabrıyla göğüsler hiç-olmazları... Onda ızdırap bitmez, acılar dinmek bilmez Sönmeyen bir azimle aşar aşılmazları.
Kanmaz asla sevmeye; o, sevgiye susuzdur Şâire "su" dedirten hisle "evlât" der inler. Herkes derin uykularda iken o uykusuzdur El açar Yaratan'a balalarını diler...
Yürüdüğü yol, onun hislerinin yoludur Durmaz, bir süvâri gibi yürür dolu dizgin.. O, yeryüzünde en ululardan uludur Sînesi meleklerin sînesi kadar engin..
Zambaklar gibi sihirli çehrende Varlığımı kucaklayan bir ışık; Duydum o duyulmazları sînende Sen bir rüyâsın benim için artık...
Nûru öteden pırıl pırıl sîman Ukbâ derinlikleriyle büyülü... Tülleniyor hülyâlarımda her an, Ölümsüz rûhunun bembeyaz tülü...
Bir yâd-ı cemîlsin, kabrin sîneler Hazan yaşamıştın; ölüm bahârın.. Duâyla gerilmiş bütün gönüller Berzah yamaçlarında bestekârın.
KADINLIK
Kadınlık, ruh-ı mana-yı fazilet Kadınlardan gelir efkra vüs’at; Nezaketler içinde bir metnet Nümayandır kadınlarda hakikat. İki hemşiredir “iffet” ile “zen” Vefdari, nezahet, hüsn-i ahlk Cihanda hep bu ehss-ı ltife Emanettir bu mahlk-ı zayıfa. Ederse ilm ile eş’ara rağbet Kadınlarca olur bir başka znet Diryetten alır nr-ı melhat Yürür bir intizm üzre maşet Verir hüsn-i idre hüsne kıymet Biçilmiş camedir nisvna tahsil Fakat yazmak gerek ahlka dir Kalem tutmaklığa kim olsa kdir.
Ne rütbe farzedersek biz revadır Ki en lzım olan bizde haydır Buna bürhn ise yüzde riddır Tesettürle selamet revişandır. Meleklerden uçan nur-ı likdır Bize yüz aklığından bir nişandır O yaşmaklar ki veche nü şandır.
mezar taşının kitabesi
ALLAH
Razıyım ben zâtı Peygamber dahi hoşnuddır Sayemendi rahmet olsun makberi Makbulemin Cevheri eşkimle yazdım zevcemin tarihini Bağı Firdevsi berin olsun yeri Makbulemin
16 Cumadelâhire 1316
İHSAN RAİF HANIM -------------------------------------------------------------------------------- 1877'de Beyrut'ta dünyaya geldi. Vezir Köse Raif Paşa'nın büyük kızı. Babasının görevi nedeniyle pek çok yer gezdi, insan tanıdı. Özel olarak müzik, edebiyat ve Fransızca dersleri aldı. Küçük yaştan itibaren edebiyata ilgi duydu. Ali Bey, Şehabüddin Süleyman Bey, Mühtedi Hüsrev bey'le evlendi. Döneminin şairlerinden Rıza Tevfik'in etkisiyle halk şiri tarzında hece vezniyle şiirler yazdı. Hece veznini kullanan ilk kadın şairlerimizden. Sade bir dili, yalın bir anlatımı var. Bu şiirler, kadınsı, aşk dolu ve yoğun duygu içerikli. Şiirlerinden bazılarını kendisi, çoğunu da diğer sanatçılar besteledi. İhsan Raif Hanım'ın şiirlerinden bestelenmiş şarkılar günümüzde de dinleniyor. 1926'da Paris'te yaşamını yitirdi. Rumelihisarı Kabristanı'na defnedildi. "Göz Yaşları" adında bir şiir dergisi çıkardı.
ESERLERİ:
ŞİİR: Göz Yaşları (1914) Kadın ve Vatan (1914)
ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER
AĞLARIM
Neden gülmesin gül gibi yüzler Niçin ağlasın o güzel gözler Niye sevgiye sevimsiz sözler Söylenir diye şaşar ağlarım
Şu gördüğünüz rengarenk çiçek Sevdalı bülbül, arı, kelebek Yek diğerini bırakıp gidecek Vefasızlığa bakar ağlarım
Solmasın dersin sümbülüm, gülüm Yâri elinden alacak ölüm Bütün dünyayı inletse ünüm Çaresizlikten coşar ağlarım
Neşe gizlenir, çöker bir melâl Her vücud, her şey mahkum-ı zeval Son nefese kadar tükenmez cidal Tükenmez derdim sayar ağlarım
HİCRAN
Ağaçlar devrilmiş çiçekler solmuş Ãşıklar meclisi selhâne olmuş Billûr peymâneler kanlarla dolmuş Ses sedâ kesilmiş meyhanelerde
Bülbül yuvasına baykuşlar konmuş Lâleler üstünde kızıl kanlar donmuş Kimler kan ağlamış, kim gülmüş, önmuş Şu harab edilen boş lânelerde
Atılmış bir yana ney, keman, rübab Ezilmiş kalemler, yırtılmış kitab Kırılmış kanunlar, dökülmüş şarab Ecel şerbeti mey peymânelerde
Çiğnenmiş duvaklar, elmaslı taclar Yolunmuş o güzel nâzenin saçlar Sürünür yerlerde kanlı kırbaçlar O bezmi zevk olan kâşanelerde
Bitmiş o evvelki saltanat, darat Parçalanmış heyhat mızrabî hayat Uğuldar her yanda bir seyli memat Heyyula geziyor virânelerde
GEL GİDELİM
Gün kavuştu, su karardı, beni üzme güzelim Boynun bükük düşünme gel, ver elini gidelim Kara, gümrah kirpiklerini kaldır, gözün göreyim Ver elini, bak aşkına işte şahit yüreğim
Benim için her bir sözün kıymetlidir inciden Gözyaşların akıtma gel, odur gönlüm inciten Çiçeklerden taç öreyim, küçük güzel başına Tel takılmaz altın gibi parıldayan saçına
Yaseminle hanımeli olur gelin askısı O kabarmış sineciğin başım olur baskısı Rüzgar okşar başımızı, güller bizi mest eder Bülbül şakır, su şarıldar, neş'e gelir, gam gider
Bulutların arasından ışık verir ay bize Yemin edip aşkımıza bakışırız göz göze Ormanlıkta gönlümüzü birbirine bağlarız Saadetin kemaline doya doya ağlarız Aşk kafidir, ver elini düşünme gel gidelim
HIRÇIN
Bir cananım var gaayet hiyanet Yaramaz hırçın, etmez inayet Kendi kendinden eder şikayet Bekleyedursun gönül vefayı
Sevmek isterim yanımdan kaçar Uzak durursam ateşler saçar Sitem sözlerle dilde dert açar Fakat artırdı gönül sevdayı
Eziyet etmek en büyük zevki Muazzeb görmek neş'esi, zevki Şeytanlıkta hiç bulunmaz fevki Meşke başladı gönül cefayı
Sevdirebilmek hayli emektir Gücendim git, der, gel sev demektir Merakı üzüp lütf eylemektir Onsuz bulamaz gönül sefayı
GÖZYAŞLARI
Firari bahardan, aşık hazandan Cu-yi dile ma'kes nay-i hicrandan Nağme-yi sevdadan, bu-yi figandan Serpildi melalin elmas taşları
Sarardı baharın payında eylül Titredi emeller, ümidler me'lül Döküldü uzanmış zambağa melül Nergis-i ademin hâr gözyaşları
GENÇ GÜNLER
Ey, genç kanı gibi kaynayan pınar Ey, altına yatıp kaldığım çınar Söyledikçe hâlâ yüreğim oynar Gölgende okudum kitab-ı aşkı
Ey, kumrulu bahçem, sümbüllü bağım Ey, bülbüllü derem, mineli dağım Sizinle geçti en güzel çağım Orada dinledim rubab-ı aşkı
Muhabbet bağında kendimden geçtim Ateşler içinde bir lale seçtim Yandı yüreciğim, kanarak içtim Kızıl dudağından serab-ı aşkı
BU SEVDADAN GEÇERSİN
Niçin beni yan bakışla süzersin Sözlerime neden dudak bükersin Bugün sever, yarın belki üzersin Gel üzülme, bu sevdadan geçersin
Sevsen de hoş, sevmesen de sen beni Ben vahşiyim, hiç sevdirtmem kendimi Bu halimle incitirim ben seni İncinmeden bu sevdadan geçersin
Bülbül gibi âşık olma her güle Vefasızdır, gül inanmaz bülbüle Çünkü şakır lalelere, sümbüle Sümbül gibi âşkın solar geçersin | |
| | | | Tanzimattan Günümüze kadın şairler | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|